|
||||||||||||||||||||||||||||||||
|
ÖFKENİN ÖĞRETTİKLERİ
Elisabeth Kubler Ross&David Kessler
Midwest hastanesi acil servisindeki bir hemşire, kendisine kritik
bir durumdaki beş kişinin getirildiğini bildiren bir mesaj aldı. Zaten
gergin olan durum, yaralananlardan birinin hemşirenin eşi olması
yüzünden daha da karmaşık bir hal almıştı. Diğer dört kişi onun
tanımadığı bir aileydi. Doktorların ve hemşirelerin büyük çabasına
karşın, beş kişi de öldü.
Onları öldüren neydi? Bir bina çökmesi mi? Bir otobüs kazası?
Arabalı bir silahlı saldırı mı? Bir yangın mı?
Onları öfke öldürmüştü.
Kırsal bölgedeki bir yolda arabanın biri diğerini geçmeye
çalışmıştı. Ama iki sürücü de vazgeçmeyi kabul etmemişti. Yan yana, daha
avantajlı bir yere geçmeye çalışarak, öfkeyle beslenerek, ileri doğru
yarışmışlardı. İkisi de artık her şey için çok geç olana kadar
kendilerine doğru gelen üçüncü bir arabayı fark etmemişti.
Hemşirenin eşi o öfkeli sürücülerden biriydi.
Birbirini geçmeye çalışan iki adam yabancıydılar -hiç
karşılaşmamışlardı. Birbirlerine böyle bir öfke duymaları için hiçbir
neden yoktu, yine de hiddetten gözleri dönmüştü, bunun tek nedeni
birinin diğerini geçmek istemiş olmasıydı. Hayatta kalan sürücüye karşı
dava açılmıştı.
Bazı resmi görevlilerin bugün ülkemizde meydana gelen araba
kazalarının bir numaralı nedeni olduğuna inandıkları öfkenin yol açtığı
bu trajik kaza üç aileyi perişan etmişti.
Hepimiz öfkeliyken araba kullanmış olabiliriz, ama şans eseri pek
azımız böyle aşırı sonuçlar yaşarız. Bununla birlikte, bu iki adamın
yaptığı gibi öfkenin oluşmasına izin vermek, hayatlarımızdaki önemli bir
olumsuz güç olabilir. Öfkemizi, o bizi kontrol etmeden önce bizim onu
kontrol edebilmemiz için sağlıklı bir biçimde ifade etmeyi öğrenmemiz
gerek.
Öfke, doğal halinde, dışavurumu yalnızca birkaç saniyeden birkaç
dakikaya kadar süren doğal bir duygudur. Örneğin, sinemada sırada
beklerken birisi aradan girmeye çalışırsa bu kişiye bir dakikalığına
öfkelenmek bizim için sadece doğal bir şeydir. Öfkemizi ifade ederek
doğal biçimde yaşarsak -bir dakikalığına bekleyip kendi olağan akışı
içinde geçmesine izin verirsek- daha iyi olabiliriz. Ancak ya öfkemizi
patlayarak uygun olmayan bir biçimde ifade ettiğimizde ya da öfkemizi
birikecek biçimde bastırdığımızda sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bir
duruma ya hak ettiğinden daha fazla öfkeleniriz ya da hiç öfke
göstermeyiz.
Bastırılmış öfke kolayca uçup gitmez, tamamlanmamış iş haline
gelir. Küçük bir parça öfkenin üstesinden gelmezsek, bu öfke bir yere,
genellikle yanlış bir yere gitmek zorunda kalana kadar giderek büyür. O
iki sürücü de eski öfkelerle çok doluydu ve birbirleriyle
karşılaştıklarında bu öfke patladı. Bir iki saniyeden çok olmayan bir
süre içinde volkanlar gibi patladılar.
Öfkenin birikmesiyle ilgili diğer sorun, bizi inciten insanlar
hareketlerinin sorumluluklarını üzerlerine almaya istekli olsalar bile
bunun yeterli olmamasıdır. Özür dileseler, biz de bu özrün içten bir
özür olduğuna inansak da öfkeli halimiz devam eder, işte bu eski
öfkedir. Bu öfke değişik ve beklenmedik biçimlerde defalarca yüzeye
çıkabilir.
Birçok kişi öfkeyi göstermenin yanlış olduğu ailelerde
yetişmiştir. Bazı kişiler de en küçük sorunun bile hiddet boyutuna
yükseldiği ailelerde büyür. Bu doğal duyguyu ifade etmek için hiç iyi
bir rol modelimiz olmamasında şaşacak bir şey yok. Öfkenin neyle ilgili
olduğunu anlamak yerine, onu sorgular, geçerli olup olmadığını merak
eder, yanlış yere koyar, yani yapabileceğimiz hemen her şeyi yaparız
-onu yaşamak dışında. Ama öfke normal bir tepkidir, doğru zamanda, doğru
yerde ve uygun ölçülerde olursa yararlıdır. Örneğin, araştırmalar öfkeli
hastaların daha uzun yaşadıklarını göstermiştir defalarca. Bunun
nedeninin duygularını dışa vurmaları mı, yoksa daha iyi bir bakım talep
etmeleri mi olduğunu bilmiyoruz. Gerçekte bildiğimiz, öfkenin eyleme yol
açtığı ve çevremizdeki dünyayı kontrol etmemize yardımcı olduğudur.
Ayrıca hayatlarımızda uygun sınırlar oluşturmamıza da yardımcı olur.
Uygunsuz, şiddetli ya da zarar verici olmadığı sürece öfke yararlı ve
sağlıklı bir tepki olabilir.
Bedenin en önemli uyarı sistemlerinden biri olarak öfke otomatik
bir biçimde bastırılmamalıdır. Öfke bizi incitilmekte olduğumuz ya da
ihtiyaçlarımızın duyulmadığı konusunda uyarır; birçok durumda normal ve
sağlıklı bir tepki olabilir. Diğer yandan, suçluluk gibi, bir şeylerin
inanç sistemimize uymadığının bir işareti de olabilir. Arada sırada
ortaya çıkan, zarar verici boyutları ayarlanmış öfke sağlıklıdır. Bazen,
sorunlara yol açan duygularla ilgili olarak ne yaptığımızı ya da
yapmadığımızı gösterir. Çoğunlukla kendi öfkemizden öylesine korkar ve
onu öyle büyük bir ölçüde yadsırız ki artık onun farkında olmayız.
Öfke yaşamlarımızı tüketen korkunç bir hayvan olmak zorunda
değildir. O sadece bir duygudur. Onu aşırı boyutlarda çözümlemek ya da
doğru, uygun veya haklı olup olmadığını sorup durmak üretken bir şey
değildir. Böyle yapmak, duygulara bile sahip olup olmadığımızı öğrenmeye
çalışmaktır. Öfke sadece budur; bir duygu. Yargılanması değil, yaşanması
gereken bir duygudur. Diğer tüm duygularımız gibi öfke de bir iletişim
biçimidir, bize bir mesaj getirmektedir.
Ne yazık ki bir çoğumuz bu mesajı işitmez. Onu nasıl
yaşayacağımızı çoğu kez bilmeyiz. Öfke içindeki insanlara “Ne
hissediyorsunuz?” diye sorulduğunda, “Düşünüyorum da …” diyerek yanıt
vermeye başlarlar. Bu duygusal bir soruya verilen zihinsel bir yanıttır.
Yüreğimizden değil aklımızdan gelmektedir.
İçimizdeki duygularla ilişki halinde olmamız gerekir. Kimi zaman
insanlar için bunu yapmak çok zordur, böyle zamanlarda gözlerini kapatıp
bir ellerini karınlarına koymalarını sağlamak onlara yardımcı olabilir.
Bu basit hareket onların hissettikleri şeylerle ilişkiye geçmelerine
yardımcı olur, bunun nedeni olasılıkla duygunun sadece beyni değil
bedeni de kullanması olabilir. Duygularımızla ilişki içinde olmak
toplumumuza hemen hemen yabancı bir fikirdir: bizler bedenlerimizle
hissetmeyi unutmuşuzdur. Düşüncelerimizi duygularımızdan ayırma eğilimi
gösteririz genellikle. Düşüncelerimizin egemen olmasına izin vermeye
alışmışızdır; bu yüzden duygularımızı ve bedenlerimizi unuturuz. Bir
tümcede kaç kez “Böyle hissediyorum” ifadesi yerine “Düşünüyorum”
ifadesini kullandığınıza dikkat edin. Öfke bize incinmişliklerimizin üstesinden gelmemiş olduğumuzu söyler. İncinme o anki acıdır, öfkeyse çoğu kez süregelen bir acıdır. Bu incinmeleri biriktirip onlarla ilgilenmediğimiz ve doğru adrese yönlendirmediğimiz sürece öfkemiz büyür. Birçok incinmeyi biriktirebiliriz içimizde, bu durum da onları bir düzene koymamızı son derece zorlaştırır -en sonunda da öfkeyi fark etmek bile aşırı güç bir iş haline gelir. Duygu dünyasıyla birlikte yaşamaya öylesine alışmışızdır ki bu duygu dünyasını kim olduğumuzun bir parçası olarak düşünmeye başlarız. Kendilerimizi kötü insanlar olarak görmeye başlarız. Öfke kimliğimizin bir parçası haline gelir. Eski duygularımızı kimliğimizden ayrıma işine başlamalıyız. İyi biri olduğumuzu hatırlamak, kim olduğumuzu hatırlamak için bu öfkeden kurtulmalıyız.
Başka insanlara karşı öfkeli olmanın yanı ısıra, kendimize karşı
da öfkeli, yaptığımız ya da yapmadığımız şeyler konusunda çok kızgın
olabiliriz. Öfkeleniriz, çünkü çoğunlukla kendi duygularımız pahasına
karşımızdaki kişileri memnun etmeye çalışırken, kendimize ihanet etmiş
gibi hissederiz kendimizi. Kendi ihtiyaçlarımız ve isteklerimizi kabul
edip karşılığını veremediğimizde öfkeleniriz. Bize hak ettiklerimizi
vermedikleri için “onlara” çok kızdığımızı biliriz, ama ilk önce hak
ettiklerimizi kendimize vermediğimiz için yine kendimize öfkelendiğimizi
hiç fark etmeyiz. Kimi zaman ihtiyaçlarımız olduğunu kabul etmek
konusunda son derece dik başlı davranırız, çünkü bizim toplumumuzda
ihtiyaç duymak zayıflıkla eşit görülmektedir.
Öfkemizi içe döndürdüğümüzde, bu öfke kendini çoğu kez depresyon
ya da suçluluk duygularıyla ifade eder. İçeride tutulan öfke geçmişle
ilgili izlenimlerimizi değiştirir ve şimdiki gerçeklikle ilgili
görüşlerimizi çarpıtır. Bu eski öfkenin tümü sadece karşımızdaki
kişilerle değil, kendimizle de tamamlanmamış bir haline gelir.
Öfkemizi içeride tutup “onun patlamasına izin vererek”,
başkalarını ve kendilerimizi suçlayarak aşırı bir uçtan bir diğerine
atlayıp durma eğilimi gösteririz. Öfkenin kendisini doğal biçimiyle
ifade etmesine izin vermiyoruz, bu yüzden onun kötü bir şey olduğunu
düşünmemizde şaşılacak bir yan yok. Bağıran insanları, sadece kendimiz
bağırmadığımız için değil, aynı zamanda huzurlu ya da öfkeden kurtulmuş
olduğumuz anlamına gelmediği için de kötü huylu biri olarak düşünmemizde
şaşılacak bir şey yok.
Öfkenin üstesinden gelmemişseniz bağışlamak çok zordur. Öfkeden
ne kadar çok kurtulursanız, o kadar bağışlayıcı oluyorsunuz.”
Ele alınmamış, işlenmemiş korku öfkeye dönüşür. Korkularımızla
ilişkiye geçmediğimizde -ya da korktuğumuzu bile bilmediğimizde- bu
korku öfkeye dönüşür. Öfkeyle ilgilenmez, üstesinden gelmezsek, bu da
hiddete dönüşecektir.
Öfkemizle korkumuzdan daha çok ilgilenmeye alıştırılmışızdır.
Eşimize “Sana öfkeliyim,” demek “Beni terk edeceğinden korkuyorum”
demekten daha kolaydır bizim için. Yanlış giden şeyler hakkında
öfkelenmek “Korkarım yeterince iyi değilim” i itiraf etmekten daha
kolaydır.
Öfkeyi karşıdaki kişinin yüzüne vurmak, korkunun üstesinden
gelmekten daha kolay bir iştir, ama temeli oluşturan sorunları çözmeye
bunun bir yardımı olmaz. Aslında, çoğu kez sadece “yüzeydeki” sorunu
daha da kötüleştirir, çünkü insanlar öfkeye karşı güzel tepkiler vermez.
İnsanlara bağırmak nadiren onları yanlış olduklarına ikna eder. Bir
kişinin hiç şöyle bir şey söylediğini duydunuz mu: “On dakika boyunca
bana bağırıp durdular, ama ben hala haklı olduğumu düşünüyordum. Ancak
sonraki yirmi dakikalık bağırıp çağırmaları sırasında, anlatmak
istedikleri şeyi anladım.”
Haklı korkularımız olduğunda bile, bu korkular fazla öfke
yüzünden haksız hale gelebilirler. Örneğin, iş arkadaşınıza sürekli
olarak devamlı geç kaldığını hatırlatmanın bu duruma bir yardımı olmaz.
Ama, “Yapılacak çok iş var, bunları yetiştiremeyeceğimizden korkuyorum,”
derseniz, arkadaşınız da öfkeniz yüzünden yanlış hislere kapılmaksızın
korkunuzu anlayabilir.
Öfkeyi içte tutmak çok fazla enerji gerektirir, yine de hepimiz
ruhlarımızı karartan acılar taşırız.
Bir terapist ve yazar olan
Daphne Rose Kingma sona eren bir ilişkinin üstesinden gelmeye çalışanlar
için bir uygulamalı seminer düzenlemiş. Şunları anlatıyor Kingma, “Bu
dikkate değer, acı dolu kadını hep hatırlayacağım. Yetmişlerinin
sonlarındaydı. ‘Bu kadın burada ne yapıyor? Sona eren bir ilişkisi mi
var?’ diye düşünmüştüm. Odada toplanmıştık ve herkes kendi öyküsünü
anlatmıştı: niçin buradayım, Noel günü beni kim terk etti, üstesinden
gelmek için ne yapıyorum, nasıl sona erdi, inanabiliyor musun? En
sonunda bu kadına döndüm ve “Burada ne yapıyorsunuz, sona eren bir
ilişkiniz mi var?” diye sordum. Şöyle yanıtladı, “Kırk yıl önce kocamla
sona eren bir ilişkim oldu, öylesine kötü ve öfkeliydim ki bütün bu
sonraki otuz yılı acı ve öfke dolu bir halde harcadım. Çocuklarıma eski
eşimden yakınıp durmuştum, tanıdığım herkese yakınmıştım. Başka bir
erkeğe hiçbir zaman güvenmedim. Üç haftadan fazla süren bir ilişkim
olmadı hiç, bana evlendiğim o alçak adamı hatırlatan şeyler ortaya
çıkıyordu bu süreden sonra. Bunu halletmeyi hiç başaramadım. Artık
ölüyorum, ölümcül bir hastalığım var, yaşayacak birkaç ayım kaldı. Tüm
bu öfkeyi mezarıma götürmek istemiyorum. Öyle, öyle üzgünüm ki bu hayatı
bir daha hiç sevmeden yaşadım. İşte bu yüzden buradayım. Huzur içinde
yaşayamadım, ama huzur içinde ölmek istiyorum.’
“Cesaretiniz ya da gücünüzün olup olmadığını, bu öfkeyi hiç yenip
yenemeyeceğinizi merak ediyorsanız, bu kadını, bu büyük ve trajik
öğretmeni hatırlayın.”
Bizim toplumumuz öfkeyi kötü ve yanlış bir şey olarak görür, bu
yüzden bizler de öfkeyi dışa vurmanın sağlıklı bir yolunu bilmeyiz.
Öfkemiz hakkında nasıl konuşacağımızı ya da onu nasıl koyuvereceğimizi
bilmeyiz. Onu biriktiririz, yadsırız ya da kontrol altında tutarız. Pek
çoğumuz sonunda patlayana kadar onu içinde tutar, çünkü hiçbir zaman
“Ufak tefek şeylere öfkeliyim” demeyi hiç öğrenmemişizdir. Pek çok kişi
nasıl o anın içinde bulunup “Ben buna öfkeliyim,” ve ertesi gün bir
şeyler olduğunda “O konuda öfkeliyim,” diyebileceğini bilmez. Bunun
yerine, nasıl patlayana kadar öfke göstermeyen ve başkalarının son
birkaç ay içinde yaptığı kendilerini öfkelendiren yirmi tane şeyi
listeleyen iyi insan gibi davranılacağını biliriz.
Ölüm herkeste çok büyük boyutlarda bir öfkeye yol açar. Hastane
personeli bu öfkeyi nerede çıkarır? Aileler ve hastalar öfkelerini
nerede çıkarır? Hastanelerde gidip bağırabileceğiniz -birine karşı değil
sadece yüksek sesle- bir oda olsaydı harika bir şey olurdu. Öfkemizi
dışarı vurmaya izin verebileceğimiz güvenli bir odamız olsaydı, mükemmel
olmaz mıydı? Çünkü öfkenizin dışarı çıkmasına izin vermezseniz, bunu
birine bağırarak çıkaracaksınız demektir. Birine bağırmak da kendi
sonuçlarını yanında getirir. Kimse öfkeli bir kişinin yakınında olmaktan
hoşlanmaz. Öfkeli bir kişi çoğunlukla yalnız bir insandır.
Birçok kişi kimi zaman öfkeyi içeride tutar, çünkü onu yargılar.
İyi insan olsalardı, sevgi dolu ve dinsel değerlere önem veren bir kişi
olsalardı, öfkelenmeyebileceklerine ve öfkelenmeyeceklerine inanırlar.
Yine de bu öfke normal bir tepki olabilir. İnsanların kendilerine ya da
karşılarındaki kişilere, hatta Tanrı’ya yönelik öfkeyle ilgili
duygularını ele almalarına yardımcı olmak önemlidir.
Bazı kişiler için, Tanrı’ya kötü sözler söylemek, bir yastığa
bağırmak, hatta bir beysbol sopasıyla hastane yataklarını dövmek
öfkelerini dışarı vurmalarına yardımcı olan şeylerdir. Bu kişiler çoğu
kez bunların ardından en sonunda öfkeyi dışarı vurmaya izin vermiş
olmanın ne kadar harika bir duygu olduğundan söz edeceklerdir. O sözleri
söylerlerse Tanrı’nın tepelerine yıldırım düşüreceğinden ya da bir başka
biçimde cezalandıracağından korktuklarını, ama artık kendilerini
Tanrı’ya hiç olmadığı kadar yakın hissettiklerini fark ederler. Bir
kadının dediği gibi, “Tanrı’nın öfkemi idare edecek kadar büyük
olduğunun farkına vardım; öfkemin zaten Onunla ilgili olmadığının da.”
İyileşmek ve duyguları yaşamak için buradayız. Bebekler ve küçük
çocuklar kendi duygularını yaşar, bu duyguların içinden geçerler.
Ağlarlar, sonra geçer; öfkelenirler, bu da geçer. Dürüstlükleri
sayesinde, ölmekte olanlar da bir zamanlar oldukları küçük çocuklara
benzemeye başlar çoğu kez. Ölmekte olanlar “Korktum” ve “Öfkeliyim”
demeyi hatırlar. Onlar gibi, bizler de daha dürüst olmayı ve öfkemizi
ifade etmeyi öğrenebiliriz. Öfkenin bir var olma biçimi değil, geçip
giden bir duygu olduğu hayatlar yaşamayı öğrenebiliriz.
Kaynak: Yaşam Dersleri Ege Meta Yayınları |
|||||||||||||||||||||||||||||||