anasayfa hakkimizda linkler iletisim
   
   
   
SİTE PLANI
Şifa Nedir
Bireysel Hizmetler
Uygulamalar & Teknikler
Eğitimler
Psişik Korunma
Aura ve Enerji Alanı
Tamamlayıcı Yöntemler
Ruhsal Şifacılar
Yazılar
Kitaplar
 
 
 
   

PSİŞİK VE RUHSAL ŞİFA

 

Dr. Stanley Krippner - Dr. Jeffrey Mishlove Söyleşisi

 

JM: Hoş geldiniz. Bugün Dr. Stanley Krippner ile birlikteyiz. Dr. Krippner parapsikoloji ve bilinç incelemeleri alanında ülkenin en önde gelen düşünürlerinden biri. Onunla “Psişik ve Ruhsal Şifa” konusunu tartışacağız. Stanley, San Fransico’daki Saybrook Enstitüsünde profesörlük yapmakta, ayrıca, Bilinç İncelemeleri Merkezinin de müdürü. Hümanistik Psikoloji Birliğinin ve de Parapsikoloji Birliğinin eski başkanı. Psişik ve ruhsal şifa alanında Dr. Alberto Villoldo ile birlikte “Şifa Durumları” ve “Şifa Alemleri” adlı iki kitap yazdılar. Hoş geldin, Stanley.

SK: Teşekkür ederim.

JM: Seni burada ağırlamak bir zevk. Akademik unvanlarının ve sayısız kitabının ve kuşkusuz sayısı yüzlerce olan makalelerinin hepsini sıralayamadım. Özellikle psişik ve ruhsal şifa konusunda muazzam derin olduğunu biliyorum. Şunu en başından belirtmenin önemli olduğunu düşünüyorum: İnsanlar şifa hakkında düşünürken, şifanın paranormal biçimlerinin laboratuarlarda etkileyici sonuçlar veren araştırmalarla incelenmekte olduğu olgusu pek tartışılmıyor.

SK: Evet. Bunların laboratuara girmiş olmasının nedeni, bir inanç şifacısına başvuran veya yabancı bir ülkede bir halk şifacısının üstünde çalıştığı birini incelemek bakımından pek çok sorun olması. Bu insanların pek çoğu iyileşiyorlar ama iyileşmenin, kendiliğinden gerileme dediğimiz türden bir şansa mı, telkin gücüne mi, yoksa hasta alternatif bir şifacıyla gitmeden önce göründüğü doktorun yaptığı çalışmadan dolayı mı ortaya çıktığını bilmiyoruz. Dolayısıyla, yapılan deneylerin pek çoğu, laboratuar kontrollü deneylerle canlı organizmaları öyle ya da böyle değiştirme girişimleridir. Belki de bunlardan söz etmeye başlarken, en iyisi, Kanada’da çalışan bir biyolog ve fizyolog olan Bernard Grad’ın araştırmalarını anlatmak olacak.

JM: McGill Üniversitesinde.

SK: Evet, doğru. Grad yaralanmış fareleri alıp, şifacıların bu farelere elle şifa uygulamasını istedi. Bunları, yaralı farelere elle şifa uygulayan tıp öğrencileriyle karşılaştırdı ve şifacılar grubunun farelerinin tıp öğrencileri grubunun farelerinden çok daha hızla iyileştiklerini buldu.

JM: Şimdi, elle şifa deyince, bu o şifacıların farelere gerçekten dokundukları anlamına gelir.

SK: Evet, doğru.

JM: Ve elimizdeki, araştırmacılar tarafından cerrahi müdahale ile açılmış bir yara. Sonra bu yaraların ne kadar hızla iyileştiğini ölçüyorlar.

SK: Evet, doğru.

JM: Doğru. Şimdi, tabi ki, şifacıların ellerinde iyileştirmeyi kolaylaştıran bir tür kimyasal olması mümkün; bu nedenle daha sonra Dr. Grad şifacılardan elleriyle bir su tüpünü tutmalarını istedi. Genellikle eldiven giymekteydiler, dolayısıyla ellerinde herhangi bir ısı veya kimyasal varsa, suyu doğrudan etkileyemezlerdi. Ve ayrıca, orada öylece bırakılmış veya şifacı olmayanların ellerinde tuttukları su tüpleri de vardı. Bu sular tohum sulamakta kullanıldılar ve tohumları sulayan kişi hangilerinin şifacılardan, hangilerinin kontrol grubundan geldiğini bilmiyordu. Bu işlem bir kaç hafta boyunca sürdü. Dr. Grad, genellikle arpa tohumlarıyla çeşitli deneyler yaptı ve sonuçlar, aşağı yukarı gösterdi ki, şifacılardan gelen suyla sulanan tohumların kontrol grubundan gelenle sulananlara kıyasla daha uzun kökleri, daha geniş yaprakları ve daha uzun filizleri vardı; kontrol grubu filizleri de yeşermişti ama o kadar da değil.

JM: Bu bana, onun psikolojik açıdan rahatsız, çok depresif, hatta psikopat kişilerden suyu şifa işleminden geçirmelerini istediği deneyi hatırlattı ve bu sularla sulanan bitkiler güdük büyümüştü.

SK: Evet, doğru. Bu çok ilginçti. Ne yazık ki, kesin diyebileceğim bir sonuç üretecek kadar sürdürmedi bu çalışmayı. Ama yine de bunu bir başkası da tekrarlayabilir çünkü sonuçlar çok ilginçti.

JM: Dr. Grad’in çalışmaları psişik şifa alanındaki klasik deneyler olarak görülüyor hala.

SK: Ah evet, pek çok yerde o çalışmalara gönderme yapıldığı görülüyor. Sonra, Dr. Justa Smith tarafından gerçekleştirilen, içinde radyasyondan hasar görmüş enzimler olan bir test tüpünün bir şifacı tarafından işlemden geçirildiği test var. Yine, bu enzimler hiç kimsenin elinde tutmadığı ve de şifacı olmayanların elinde tuttuğu tüplerle ve bir de elektromanyetik alanla çevrelenmiş bir tüple karşılaştırıldı. Elektromanyetik alan kullanıldığında enzimlerde iyileşme görüldü, tıpkı şifacıların üstünde çalıştığı tüpte görüldüğü gibi. Burada bir benzerlik vardı.

JM: Şifacının kendi elektromanyetik alanı ile enzimlere bir biçimde tesir edebildiğini düşündürüyor.

SK: Doğru. Yine, Dr. Smith’in deneylerinin hepsi iyi sonuç vermedi. Diyebiliriz ki, çoğunda bu etki görüldü. Ve yine, Dolores Kreiger ve meslektaşlarının yaptığı tamamen farklı bir araştırma var. New York Üniversitesinde eğitmen olan Kreiger bir hemşire. Hastalara dokunmadan onlara elle şifa yolladı. Hastanedeki gerçek, yaşayan hastaları kullandı ve hemşireler hastalarla ekstra zaman geçirdiklerinde veya onlarla yalnızca konuştuklarında veya onların yanında oturduklarında değil de elle şifa uyguladıklarında hemoglobin değerlerinin yükseldiğini gördü. Hemşireler iyileştirme niyeti taşıyıp, ellerini hastanın bedeni üstünde tutma uygulaması yaptıklarında hemoglobin değerleri yükseliyordu.

JM: Hastalar bu niyeti biliyorlar mıydı?

SK: Hayır, niyetin bu olduğunu aslında bilmiyorlardı. Elbette ki, buradaki mesele, bir hemşirenin dokunmadan elle şifa uygulamasının hayli sıra dışı olması, dolayısıyla belki süptil bir yolla da olsa bu işlem hastalarda bir değişimi güçlendirmişti. Dr. Kreiger’in başka insanlarla yaptığı bir dizi tekrarlama deneyi de var ve bunların neredeyse hepsi olumlu sonuç verdi. Dr. Kreiger’in çalışmasına yönelik pek çok eleştiri de yapıldı ama şimdilerde Dr. Quinn tarafından yürütülen çalışma, bu daha önceki çalışmaya yöneltilen tüm eleştirileri dikkate almaktadır ve bir kaç ay içinde, bence en iyi kontrollü incelemeler olan bu çalışmayı bitirecek.

JM: Söz konusu bu literatür, bir psikolog olarak sana, psişik şifa laboratuarda bu şekilde yalıtıldığında enzimler, canlı dokular veya biyolojik maddeler üzerinde bir tür psikokinetik etki, zihnin madde üzerinde bir tür etkimesini öneriyormuş gibi görünüyor mu?

SK: Eh, bunu bu şekilde yorumlayabilirsin. Elbette ki, bunun gerçek yaşamda aynen bu şekilde işleyip işlemediğini bilmiyoruz. Bunu hiç bilmiyoruz. Sanırım, söylediğinden hareketle, deneylerden biri de Saybrook Enstitüsündeki öğrencilerimizden birinin yaptığı deneydi. Douglas Dean, doktora tezi için şifacıların suyla dolu bir test tüpünü ellerinde tutmalarını istedi; ardından bu tüplerdeki suyu morötesi ve/veya kızılötesi tayfta incelediğinde suda süptil değişimler olduğunu saptadı; şifacı olmayanlardan gelen tüplerde böyle bir değişim oluşmadı. Bu deneyi yüzlerce şifacıyla tekrarladı ve onun bu çalışmasına yönelik ilk tekrarlama girişimi Stephan Schwartz ve onun Los Angeles’teki yardımcıları tarafından yapıldı ve benzer sonuçlar verdi. Dolayısıyla bu, görünüşe göre, su moleküllerinde fizyolojik ve fiziksel bir değişim, demektir.

JM: Anladığım kadarıyla, su moleküllerinin moleküler bağlarında bir değişim.

SK: Evet, ışığın içlerinden geçme tarzında farklılık oluşturan şey bu. Moleküler bağlar değişmiş görünüyorlar.

JM: Belki de, gelecekte bu yönde çalışacak araştırmacılar bize, bu şifanın nasıl oluştuğunun mekanizmasını sağlayabilecekler.

SK: Veya en azından mekanizmalardan birini, diyelim çünkü birden fazla mekanizma olabileceğini düşünüyorum. İşte, yapılmış çalışmalara ilişkin küçük bir özeti böyle verebiliriz. Sözünü edeceğim diğer çalışma ise San Antonio, Texas’taki Zihin Bilim Vakfı’nda Dr. William Broad’un çalışması. O da bir şifacının, genelde uzaktan, başka insanlar üzerinde bir kas hareketi veya gerilimi ya da psikogalvanik deri tepkisi gibi bir unsuru etkilemesine ilişkin bir kaç düzine deney yaptı ve deneyleri, söz konusu etkiyi elde etme bakımından neredeyse daima başarılı oldu.

JM: Başka bir deyişle, sen bir başka odadayken ben senin beyin dalgalarını veya deri tepkimelerini etkilemeye yoğunlaşabilirim. Sana bağlanmış olan bazı aygıtlardan geribildirim alabilirim.

SK: Evet. Değişimi ne kadar başarıyla oluşturabildiğine dair geribildirim alabilirsin.

JM: Bu harikulade. Peki, Stanley; sen dünyanın dört bir yanını dolaştın. Pek çok farklı kültürden şifacılarla şahsen çalıştın ve dost oldun, değil mi? Seni en çok kim etkiledi?

SK: Diyebilirim ki, beni etkileyen birçok kişi var ama öte yandan, beni hiç etkilememiş insanlar da var. Senin de çok iyi bildiğin gibi, bu alanda şarlatan çok. Niyeti iyi olup da yanılsamalar içinde olan ve bu nedenle faydadan çok zararı dokunan insanlar da çok. Ayrıca yalnızca para kazanmaya bakan ve hastalarının çıkarlarını hiç dikkate almayan insanlar da çok.

JM: Bundan söz ettiğine çok sevindim.

SK: Ama sanırım, beni birçok nedenden dolayı en çok etkilemiş olan kişi, Dr. Lawrence LeShan ve yardımcısı Dr. Joyce Goodrich; her şeyden önce her ikisi de psikolog ve bilimsel bir düşünce modeli çerçevesinde çalıştıkları için. Ayrıca, yaptıkları şeyler karşılığında para almamayı kural edindikleri için. Ayrıca, bu alanda her ikisi de araştırmalar yapmış kişiler ve daha ileri araştırmalara da açıklar; insanları eğitmeye de başladılar ki, eğitim alanlar şifa için faydalı olduğunu hissettikleri meditasyon türünü öğrenebilsinler. Örneğin, eşim onlarla çalıştı ve bu şifa eğitimini hasta ve yaralı hayvanlar üzerinde kullanıyor. Bu çok güzel bir meditasyon çünkü şifa vermeye çalıştığınız kişiyle veya hayvanla aranızda bir sevgi ve merhamet birliği edinmenizi sağlıyor.

JM: Başka bir deyişle, onlarla kaynaşmaya yoğunlaşıyorsun.

SK: Evet, doğru.

JM: Ve LeShan, yaptığı klinik gözlemlerde, bir başkası onlar üstünde bu şekilde yoğunlaştığında insanların gerçekten de iyileştiklerini gördü.

SK: Eh, en azından pek çoğunun diyebiliriz. Ve yine, bazı takip incelemeleri yaptı ve bu çalışmasındaki bazı vakaları titizlikle bir araya getirdi. Şimdi, şunu unutmamak gerekiyor, insanlar zaten şifa almaya geliyorlar dolayısıyla burada herhangi bir psi etkileşimi varsa, bu ne kadardır, bilemiyoruz. Telkinin veya beklentinin gücü de etkili olabilir. Ama her ikisi de harikulade psikoterapistler. Değişimi oluşturan şey onların terapötik becerileri de olabilir.

JM: Bilmeyen izleyiciler için açıklayalım; psi, parapsikologların bir duyular dışı etkiden veya psikokinetik etkiden söz ederken kullandıkları bilimsel bir terimdir.

SK: Evet ve psikokineziden, yani laboratuarda işler görünen şu zihnin madde üzerindeki etkisinden söz ettiğimizde, gerçek yaşamda meydana gelenin bu olup olmadığını bilmiyoruz. Daha çok telepatik bir etki olabilir; şifacı ile şifa alan veya hasta arasında bir tür telepatik bağlantı söz konusu olabilir; öyle ki, iyileşmek isteyen kişi şifacıdan bu mesajı almakta ve sonra da kendi şifa mekanizmasının devreye girmesine izin vermekte olabilir. Bedenin bağışıklık sistemi, endorfinler ve beyindeki diğer kimyasallar hakkında tüm bildiklerimiz, bedende eskiden bilmediğimiz pek çok kendini iyileştirme özelliği olduğunu işaret ediyor.

JM: Sanırım, başka kültürlerde yerli şifacılarla çalışırken, onlar bu kendini iyileştirme sistemleri üzerinde etkide bulunabilecek törenler, imgeler, müzik, davul çalma gibi şeyler kullanmaktalar, dolayısıyla illa ki herhangi bir paranormal açıklama yapman gerekmiyor.

SK: Bu mümkün. Az önce, Şifa Durumları adlı kitabımızdan söz ettin. Bu kitapta, Peru, Brezilya, Meksika ve ABD’deki şifacılar hakkında hayli şey anlattık. Bu gelenekler, bildiğimiz haliyle tıp ortaya çıkmadan çok önce başlamışlar ve tıp doktorlarına yetecek parası olmayan fakir halklar arasında bu halk hekimleri hala çalışmaktalar.

JM: Ellerindeki tek şey onlar.

SK: Evet, ellerindeki tek şey onlar ve onları iş başında görecek olursan, son derece iyi terapistler olduklarını da görürsün. Dramayı, telkini, beklentiyi, kendi karizmalarını kullanıyorlar. Ve yaptıkları her şeyin, hasta kişideki kendini iyileştirme özelliklerini hakim kılmayı amaçladığını da görebilirsin.

JM: Sanırım, şunu söylemek de doğru olacak; onlar psişik işlevlerin kuşkuyla karşılanmayıp, hem doktor hem de hasta tarafından kabul edildiği bir kültürel ortamda çalışmaktalar ve bu durum, bunların psi aktarımı içeren koşullar olduğunu öneren laboratuar incelemeleriyle de uyumlu olurdu.

SK: Doğru, bu toplumlarda bunların hepsi kanıksanmış haldedir. Sorgulanmazlar. Her iki kitabımızda, Dr. Villoldo ile birlikte, Nevada’da yaşayan kabileler arası bir yerli hekim olan Gümbürdeyen Gök gürültüsü hakkında çok şey anlattık. Artık emekli oldu ama şifacılık yaptığı dönemlerde, sözünü ettiğin şeylerle uyumlu pek çok şey yapmaktaydı. Bir defasında, ciddi biçimde alkolik olmuş genç bir Kızılderili olan Robert üstünde çalıştığı bir şifa törenine katıldım. Genç adam bir sandalyede oturmuş, etrafında elli kadar kişi ona yönelik tüm sevgi ve özen duygularını ifade etmekteyken, Gümbürdeyen Gök gürültüsü doksan dakika boyunca davul çalıp ilahiler söyledi. Ardından tüyler sallamaya ve başka ilahiler söylemeye başlayıp Büyük Ruh’u çağırarak çiğ et yakma kurban törenine giriştiğinde hasta tam anlamıyla bu törenin etkisine girdi. Derken Gümbürdeyen Gök gürültüsü “Öten baykuşun sesini duydunuz mu?” diye sordu. Herkes, “Evet, o baykuşu duyduk.” dedi. Bir baykuş var mıydı, yok muydu ben pek emin değildim ama o, “Eh, bu baykuş ölümün sembolüdür, demek ki bu, Robert’ın kendini toparlaması için son şansı olabilir. Ama bu baykuş pek çok defa iyi talih için de ötmüştür, dolayısıyla bu kez iyileşmeyi başarabilir de.” dedi. Bu yine muhteşem bir dramatik manevraydı ve öncelikle çok sarsılmış olan Robert’ı, alkolizmden kurtulmak zorunda olduğu anın geldiğine inandırdı. Ve işe yaradı. On ay sonra genç adamı kontrol ettim. Hala ayıktı ve bir yıl kadar sonra o bölgeden ayrıldı ve bir daha alkol almadı.

JM: Şifa Durumları adlı kitabında yazdığın şeylerden biri de tören ilahileri söylemeye girişen bu yerli şifacılardan bazılarının dokuz gün boyunca, hiç durmaksızın ilahi söyleyebildikleriydi. Böylesine karmaşık bir ilahiyi öğrenmeleri yıllar almıştır. Sanırım, kendi kültürümüzde, nasıl söyleneceğini öğrenmesi bir yıl alan ve dokuz gün hiç durmaksızın söylenen bir ilahinin oluşturabileceği bilinç durumlarına dair hiç bir fikrimiz yok.

SK: Ah, evet. Amerikan yerlileri tarafından kullanılan bu ilahilerden bazıları özellikle çok ama çok ciddi hastalıklar için ve o süre boyunca, toplumun diğer üyeleri de sırayla çadıra girip o kişinin yanı başında oturuyorlar; yalnızca orada olmaları bile o kişiye duydukları ilgiyi gösteriyor. Panama’nın San Blas adalarındaki Cuna yerlilerini inceledim. Bu toplumda pek çok türden şifacı var. Çok ilginç ve çok karmaşık bir şifa sistemine sahipler. Yakınlardaki modern tıp hekimlerine de görünüyorlar, dolayısıyla her iki dünyanın da en iyi hekimlerine sahipler. Doksan farklı ilahi öğrenmiş olan bir şamanla konuştum, bu ilahilerden bazıları öyle karmaşık ki, öğrenmesi aylar sürmüş ve bu gelenekte yüzlerce başka ilahi var. Adam hayli genç, kırklarında ve zaman içinde iki yüz ilahi öğrenebileceğini ümit ediyor. Her şey için, bazıları bir kaç saat süren ilahiler var. Oturup bu ilahileri dinleyen, onlara yoğunlaşan ve onların kendilerini iyileştireceğini bilen insanları düşünecek olursan, bu ilahilerin tetikleyebileceği iyileşme miktarını hayal edebilirsin.

JM: Yakın zamanlara kadar, Batılı tıp gelenekleri bu türden halk hekimlerine küçümsemeyle bakmaktaydı sanırım. Ama artık işler değişiyor gibi, genel geçer Batılı doktorlar bile artık, bunlarda incelememiz gereken bir şey var, diye düşünmekteler.

SK: Evet. Şifa Durumları adlı kitabımızda Kuzey Amerika örneğini ele aldık; yirminci yüzyılın ilk yarısında Ruh Dansı, Hayalet Dansı ve Güneş Dansı ABD ve Kanada hükümetleri tarafından yasaklanmıştı. Artık tüm bu danslar gene revaçta, o yasalar iptal edildi. Psikoterapistler bu dansların Amerikan yerlilerini nasıl alkolizmden uzak tuttuğunu, hatta pek çok alkol bağımlısının bu yerli törenlere katıldıktan ve kökleriyle bağlantı kurduktan sonra nasıl normale döndüklerini görebiliyor. Ayrıca, halkbilimciler de çok karmaşık, güzel ve ilham verici olan bu dans, müzik ve törenlerin başka hiç bir nedenle olmayacaksa bile yalnızca estetik nedenlerden dolayı korunması gerektiğini görüyorlar.

JM: Antropologlar eski dönemlerde, yerli kabilelerin şifacıları olan şamanların aslında şizofrenik kişiler olduklarını söylerlerdi. Sanırım artık aksini söylemekte ve onların aslında değişmiş bilinç durumlarında olduklarını söylemekteler. Ama belki de şamanlar, düzensiz bir bilinç durumunda olmaktan çok ortalama insana kıyasla çok daha yüksek bir bilinç durumunda olabilirler.

SK: Evet. Arkadaşım Michael Harner bu meseleye kendi kitaplarında geniş yer ayırmıştır ve biz de kitabımızda, psikolojik testlerle incelemeler yapıldığını belirttik. Amerikan yerli kabilelerindeki şamanların birçoğuna psikolojik testler uygulanmıştır. Kabile üyelerine de bu testler yapılmış ve görülmüştür ki, şamanlar kendi kabile üyelerine kıyasla daha çok imajinatif beceriye sahipler ama yine onlara kıyasla, gerçeklikle daha çok temas içindeler. Bu, bir şamanın neler yapabileceği açısından kayda değer bir şeydir çünkü kabilede yaşayan ve yanılsamalar içinde olup kendilerini şaman sanan sahte-şifacıların psikolojik testleri -ki kabile halkı onlara güvenmedikleri için onlardan uzak durmaktadır- çok kötü sonuçlar içermektedir. Testler onların çok zayıf bir kişilik bütünleşmesine, çok düşük düzeyde işlevselliğe ve bazen de çok temelsiz bir gerçeklik kavramına sahip olduklarını açığa çıkartmıştı.

JM: Yerli şifacıların pek çoğu ve sanırım bu durum pek çok kültürde geçerli, şifanın hastalanan kişiyi ele geçirmiş ruhları çıkartmayı içermesi gerektiğine ilişkin animistik veya spiritik bir dünya görüşüne sahipler. Bu durumu Brezilya’da ve başka yerlerde de gözlemledin. Bunu nasıl değerlendiriyorsun Stan?

SK: Şeytan çıkartma işlemi ABD’deki bazı Hıristiyan mezheplerinde çok popüler. Brezilya’da gördüğüm gruplarda, Afrika-Brezilya hareketlerinde ise çok yaygın. Buna ilginç bir açıdan bakabilirsin. Brezilyalı uygulamacıların daha sofistike olanlarından bazıları bana ve Dr. Villoldo’ya “Bilirsiniz, en kötü kara büyü kendimize karşı yaptığımız kara büyüdür. Negatif düşündüğümüzde veya yıkıcı bir benlik kavramına tutunduğumuzda, kendimiz ve başkaları hakkında negatif, düşmanca şeyler söyleme iznini kendimize verdiğimizde bizi inciten büyü türüdür bu ve bu cümleler zihnimizde sürekli olarak tekrarlanmaktadır. Bütün bu negatif imgeler zihinlerinde dolanmaktayken insanların mide, sırt veya baş ağrısı çekmeleri son derece normal.” dediler. Ve evet, bu bana da büyüymüş gibi geliyor ve eğer dışarı atılabilirse, ne ala. Eğer buna negatif düşünmek demek istiyorsan, o da olur. Ama söz konusu hasta iyileşecekse ne spiritist ne de psikoterapist, ya da her ikisi gerçekte bu negatifliğe yaklaşmak ve ondan kurtulmak zorundadırlar.

JM: Başka bir deyişle, pragmatik bir bakış açısını benimsiyorsun. İşe yarıyorsa, kullanılmalı, diyorsun.

SK: Evet. Aynı şey, Brezilya’daki geçmiş yaşamlara inanç için de geçerli. Tanıdığım Brezilyalı şifacıların çoğu geçmiş yaşam terapisi dediğimiz şeyi kullanmaktalar. Şimdi, bir kişinin geçmiş yaşamını mı yoksa kişinin kendinden uzaklaştırmış olduğu şu anki kişiliğinin bir parçasını mı bütünleştirmekte olduklarını kim bilebilir? Her iki durumda da kişi bütünleşmektedir. Bastırılmış ve bir anlamda kapatılmış olan bir şey dikkate sunulmaktadır; önemli olan bunun deneyimlenmesi ve kişinin mevcut işlev görme düzeyi ile birleştirilmesidir, böylece sonuçta o kişi daha bütünsel ve güçlü hale gelir. Ve bu bana kesinlikle terapötik geliyor.

JM: Aynı şey, şifacının aslında açıkça sahtekarlık yaptığı, örneğin psişik ameliyatlar gibi, sahtekarlığın kullanıldığının görüldüğü ama insanların iyileştikleri durumlara da uygulanabilir.

SK: Şaşırtıcı olan şey, şamanizmde bir el çabukluğu tarihinin olması ve el çabukluğunun iyicil amaçlarla kullanılabilmesidir. Diğer durumlarda ise biraz para kazanmak için kullanılmıştır. Ama bazen, el çabukluğu şamanlar tarafından, özellikle de hastalığı avuçlamak veya emmek gibi rutinlerde kullanılmaktadır; hastanın tenini emerler ve ağızlarını dolduran siyah sıvıyı tükürüp “Tamamdır, içindeki tüm zehiri senden emip çıkarttım,” derler. Genelde bu tütün suyudur ve bazen, hasta da bunun tütün suyu olduğunu bilmektedir ama mesele bu değil. Önemli olan törenin kendisidir. Şaman, “Tüm zehiri senden emip çıkarttım,” diyor. O zaman hasta bazen onu sembolik anlamda zehirlemekte olan şeyden vazgeçmeye istekli olabiliyor ve bu, terapötik bakış açısından çok faydalı olabilir.

JM: Bu sıradışı psişik ameliyat iddialarında bir doğruluk payı olabilir mi, ne dersin?

SK: Şifa Durumları adlı kitabımızda yer alan, Brezilya’daki Dr. DeQuieroz vakası kesinlikle ameliyattır çünkü neşter ve cerrahi aygıtları kullanmaktadır.

JM: Bu, ruhların kendisini ele geçirip anestezi kullanmadan ameliyat yapabildiklerini iddia eden tıp doktoru.

SK: Doğru. Çok ama çok hızlı ameliyat yapıyor; onu izledim. Şaşırtıcı olan şey ise anestezi kullanmıyor olmasına rağmen, Brezilyalılar gözlerini bile kırpmıyorlar, hiç acı çekmiyorlar çünkü onun acısız ameliyat yapan bir cerrah olduğunu bilmekteler. Ama sıra, bunu bilmeyen Amerikalılara gelince acıdan kıvranıyorlar çünkü onun acısız ameliyat yapmasının beklendiğinden habersizler. Buna şahit oldum. Ama durum ne olursa olsun, bu kayda değer bir performans çünkü haftanın üç günü jinekolog olarak çalışan bu cerrah diğer iki günde ise fakir halka bedava ameliyatlar yapıyor, tabi ona para ödeyen bazı zengin Amerikalı turistlere de ve bunların bazısı basit bazısı karmaşık operasyonlar. Şifa Durumları adlı kitabımızda ona geniş bir ayırdık ve yaptığının ameliyat olduğuna hiç kuşku yok; ama o ameliyatı yönetenin bir ruh olduğunu iddia ediyor. Evet, Filipinlerde gördüğün türden diğer şeylerin çoğu el çabukluğu ama görmüş olduğum ve aynı olaya tanık olacak bir sihirbazlar, cerrahlar ve parapsikologlar ekibi oluşturup fikir birliğine varıp varamayacaklarını görene dek sorgulamaya açık bırakacağım bazı vakalar da gördüm.

JM: Sanırım, bu iyi bir öğüt: Bu olasılıklara yönelik açık fikirli olmayı sürdürmek. Stan, zamanımız dolmak üzere ama bitirmeden önce, acaba bize gözlemlemiş olduğun çeşitli şifa uygulamalarının ortak etkenleri hakkında bir şeyler söyleyebilir misin? İzleyicilerimiz için yararlı bir öğüt veya bilgi olacağını düşünüyorum.

SK: Tabi ki. Sanırım, dört önemli etken var.

JM: Hızla sıralayalım lütfen.

SK: Peki. Tedaviler en çok hastanın beklentileri üzerine inşa edildiklerinde; şifacının pozitif kişilik nitelikleri kullanıldığında; hastayı güçlendirdiklerinde ve de şifacı ile hasta aynı dünya görüşünü paylaştıklarında etkili olduklarını söyleyebiliriz. Bazen bir teknik, bu dört etkenden yalnızca biri var olduğunda da işe yaramaktadır. Ama bu dört etken ne kadar çok mevcutsa, hastanın o kadar hızla iyileştiği görülmektedir.

JM: Sanırım, bunlar çok faydalı ana hatlar çünkü bir anlamda, kişinin herhangi bir kültürel bakış açısına sahip olan bir şifacıya başvururken, söz konusu inanç sistemine dalmak zorunda kalmaksızın, o şifacıda kendileri veya arkadaşları veya başkaları için bir fayda olup olmadığını görmelerine izin vermekteler.

SK: Bu doğru. Ve bu dört uygulamayı veya ilkeyi alıp modern tıp uygulamaları için de kullanabilirsin. Alternatif şifacılar ile modern tıp profesyonelleri arasında şu ana dek fark edebildiğimizden de çok ortak nokta mevcut ve bunların birlikte çalışmamaları için hiç bir neden yok.

JM: Stanley Krippner, seninle söyleşmek benim için bir zevkti. Çok teşekkür ederim.

SK: Burada olmak benim için bir zevkti.

İnternetteki http://www.williamjames.com/transcripts/krippner.htm sayfasından çeviren: Yasemin Tokatlı

   
       

Sayfa başı