anasayfa hakkimizda linkler iletisim
   
   
   
SİTE PLANI
Şifa Nedir
Bireysel Hizmetler
Uygulamalar & Teknikler
Eğitimler
Psişik Korunma
Aura ve Enerji Alanı
Tamamlayıcı Yöntemler
Ruhsal Şifacılar
Yazılar
Kitaplar
 
 
 
   

RUHUN TAMAMLANMAMIŞ İŞİ

 

Roger Woolger

 

 

 

 

GEÇMİŞ YAŞAMLARI hatırlamanın faydası, genellikle uzun süredir gömülmüş ya da bloke edilmiş hislerin yüzeye çıkarılabilmesi ve serbest bırakılmasıdır. Eski korkular yeniden etkinleştirilebilir ve temelsiz oldukları görülebilir: bunların günümüzde artık geçerli olmadığını, psişeye bir biçimde kaydedilmiş eski öyküler olduğunu fark ederiz. Genel olarak, travmalar ve ciddi mücadelelerin, zamansız ölümlerin yaşandığı ömürlerde, fobi ya da travma motifleri aktarılır. Karma sözcüğünün anlamlarından biri aslında “çalışma”dır; bugünkü koşullarda, bunu genellikle “ruhun tamamlanmamış işi” olarak çeviriyorum. Yapamadığımız işler, bir ömürde deneyimlediğimiz başarısızlıklar, görünüşe göre ruhun süregelen görevleri olarak aktarılmaktadır; yeniden bedenlenen şuur yeni koşullar ve yeni fırsatlarla bu dünyaya döndüğünde bu işleri yeniden yapmaya çalışır.

 

 

Geçmiş Yaşam Senaryolarını Yeniden Oynamak

 

ŞUURDIŞI bir biçimde taşınan eski öyküler, şu anki yaşamlarımızı belirleyen sürekli senaryolar ve kompülsif motiflerin arkasındaki itici güç olabilir. Talihsizlikleri, kötü ilişkileri veya kalıcı mutsuzlukları kendimize çekeriz. Örneğin bir kötü ilişkiden diğerine koşan, her zaman aynı ihanet senaryosunu oynayan ve kronik olarak kazaya meyilli insanları hepimiz tanırız.

Bir zamanlar, sürekli fiziksel kazalar geçiren, kolunu bacağını kıran ve kötü şans kurbanı olan bir danışanım vardı. O kadar çok trafik kazası yapmıştı ki arkadaşları onun arabasına binmiyordu. Bir regresyonda problemini keşfettiğinde, kendini bir geçmiş yaşamda devasa bir gelgit dalgasının altında kalmak üzere olan Polinezyalı bir kadın olarak gördü. Dalga tüm köyü silip süpürürken dehşet verici ölüm düşüncesi şu olmuştu: “Bundan asla kaçamam. Dalga beni alıp götürecek.” Bugünkü yaşamı boyunca her şey ona çarpıp durmuştu: arabalar, atlar ve daha bir sürü büyük nesne. Polinezyalı kadının dehşetinden kurtulduktan sonra kazalar sona erdi.

Bu tür bir karmik senaryonun izi, hemen her zaman geçmiş yaşamdaki bir kişisel trajedi, travma veya afete kadar sürülebilir. Örneğin sevdiklerimizi kaybetmek, bir ayaklanma ya da savaş sırasında her şeyini yitirmek, tehcir edilmek ya da hapsedilmek, çocukken öksüz kalmak, sokakta açlıktan ölmek, düşman istilası, tecavüz veya köleleştirilmek; bunların hepsi, Shakespeare’in Hamlet’inin ünlü sözlerindeki “binlerce doğal darbe” gibi yüzeyde kalır. Bu tür travmalar, ruhun dengesini derinden sarsar ve bazı parçalarının duygusal olarak dondurulmasına neden olur. Sanskrit dilinde samskara adı verilen ıstırap motiflerini oluştururlar; bunlar, ruhtaki derin ve acı yaralardır ve ömürden ömre taşınır. Duygusal ve maddi kayıplar, şiddet, istismar, terk edilme, ihanet veya günah keçisi olmaktan kaynaklanan psişik yaralarının bir ömürden diğerine miras bırakılmasından çok azımız kurtulabiliriz. Oluştukları ömürde nadiren iyileştirilen bu yaralar, karmanın anahtar rol oynadığı çok etkileyici bir oyun olan Shakespeare’in Kral Lear oyununda söylendiği gibi “bize musallat olan” şeyler gibi geri dönerler.

İnsanlık tarihi istilalar, katliamlar, savaş ve ayaklanma dönemlerindeki zalimliklerle doludur. Geçmiş yaşam öyküleri de genellikle zamansız ölümleri içerir. Bu öykülerin hiçbiri hoş değildir, çok azı kahramancadır ama şiddetli olanların bir dişçinin çürük dişi çekmesi gibi kökünden çıkarılması gerekir.

 

 

Ruhun Ölümden Sonra Gittiği Yer

 

GELENEKLERİN geniş yelpazesi hakkında yapılan değerli çalışmalar sayesinde ölüm, geçiş ve yeniden doğumu her zamankinden daha derin bir biçimde anlıyoruz. Hastanelerde, tedavisi olanaksız hastalarla yapılan çalışmalar inkar alışkanlığını kırmamıza ve ölüme hakkını vermeyi öğrenmemize yardımcı olmuştur. Raymond Moody, Kenneth Ring ve Elisabeth Kübler-Ross gibi öncülerin yazıları, öteki tarafta bizi nelerin beklediği hakkında ipuçları vermiştir. Ölüme yakın deneyimlerin bu etkili muhasebelerinde, klinik olarak ölen ama geri dönen insanlar tünellerden geçerek bir ışık dünyasına gittiklerini, dünya üzerindeki yaşamlarını derinden etkileyici bir biçimde gözden geçirdiklerini, atalarının ve diğer aydınlık varlıkların ruhlarıyla karşılaştıklarını ya da kozmosta huşu verici yolculuklara yönlendirildiklerini aktarmaktadır. Son olarak, genellikle büyük bir acıyla bedenlerine dönmektedirler ama yaşam ve ölüm hakkındaki inançları, şuurları ve tutumları sonsuza dek değişmektedir. Kendi dosyalarımdakiler de dahil olmak üzere, geçmiş yaşam regresyon değerlendirmeleri de benzer bir biçimde ölümün ötesine geçme, kişinin yaşamını gözden geçirme, ruhlarla ve rehberlerle karşılaşma ve başka boyutlara seyahat etme deneyimlerini yansıtmaktadır.

Birçok regresyon yaptıktan ya da gözlemledikten sonra, göçen ruh ya da canın bedenden ayrılırken kendini içinde bulabileceği üç temel hal olduğunu gördüm:

 

·         Dünyaya bağlı: Göçen ruh, dünyasal yaşamının sona erdiğinden habersiz olarak bu dünyada sabit ya da hareketli bir biçimde kalır.

·         Tamamlanmamış veya sorunlu: Ruh, ölümden sonraki daha yüksek aleme gider ama bir karmaşa içinde, sona ermiş olan yaşamı saplantı haline getirir; bu karmaşa ortadan kaldırılmazsa (ve çoğu zaman ortadan kalkmaz) sonraki yeniden doğumda tekrar kendini gösterir.

·         Tamamlanmış veya aydınlanmış: Ruh, dünyasal hatıraların artıklarından tamamen kurtulur ve daha yüksek bir düzleme, saf ışık alemine huzur dolu bir biçimde gider.

 

Geçmiş yaşamlarla çalışan bir terapist olarak asıl yaptığım iş, doğal olarak bu kategorilerin ilk ikisiyle ilgilidir. Çünkü travmatik ve trajik öyküler, beraberlerindeki korkular, başarısızlıklar ve “çıkmazlar” ile birlikte bize derin karmik motiflerin oluştuğu yeri, bunların nasıl oluştuğunu ve bizi bugün bile nasıl etkilediğini tam olarak gösterir.

Ruhun geçişine ilişkin anlayışımızı daha da derinleştirmek için Tibet Budist geleneğinin ve Batı’daki öğretmenlerinin bilgeliğine göz atabiliriz. Kırk yıl önce, yalnızca Budizm hakkında ihtisas yapmış kişiler (ve Carl Jung) ölümün ardından bedenden ayrılan ruha açık talimatlarıyla Bardo Thodol (Tibet’in Ölüler Kitabı) hakkında yeterli bilgiye sahipti. Bugün, antik metnin harikulade bir açılımı olan Sogyal Rinpoche’nin Tibet’in Yaşam ve Ölüm Kitabı’na[1] sahibiz. Bu kitapta, psişenin ölümden sonra geçtiği şuur aşamalarını aydınlatmak için arkaik semboller, modern psikospiritüel dilde açıklanmaktadır.

Tibet görüşünde i style="mso-bidi-font-style:normal"> bardo (“ara”, yani ömürler arasındaki ara bölge) olarak adlandırılan ölümden sonraki alem, gerçek bir yerdir. Tibet geleneği, ruhun bedenden ayrıldıktan sonra bu ara bölgede bir süre geçirdiğini ve bir dizi deneyim yaşadığını öğretir; bu kısmen ruhun geride bıraktığı ömrü salıvermesine yardım ederken, kısmen de “tamamlanmış” veya “aydınlanmış” hale gelerek dünya düzlemini tamamen terk etmeye hazırlanması içindir. Ruh, ölen kişinin tamamlanmamış psikolojik problemlerini yansıtan kişilerle, varlıklarla ya da enerjilerle yüzleşebilir. Ölen şuur, karşılaştığı bu zorlu kuvvetleri sindiremezse yeniden doğar ve dünyaya gönderilir. Tibet öğretilerinde olağandışı olan nokta, ölümden sonra şuura tam bir insan şuuru, esasen dünya üzerinde bir bedendeymiş gibi davranılmasıdır. Sogyal Rinpoche bunu etkileyici bir ifadeyle özetler: “Tibet Budizmi, ölüm ve doğumun her ikisinin de başka bir yerde değil, zihinde olduğu yönünde halen devrim niteliği taşıyan bir kavrayış sunmuştur.” Nihayetinde ister bir bedende olun ister bedenin dışında, zihin süreklidir.

O halde, doğum ve ölüm çok derin, sürekli bir döngünün parçasıdır. Psikolog Stanislav Grof ve diğerlerinin rahim içi regresyon üzerinde yaptığı olağandışı çalışma, fetüs doğum anına yaklaştıkça ve rahimdeki basınç kuvvetlendikçe, karanlık ve acı dolu hatıraların uyarıldığını ortaya koyar: parçalanma, çarmıha gerilme, yanma, ezilme ve her türden korkunç ölüm hatırlanır. Doğum kanalının kendisi, ruhun bedenden ayrılınca geçtiği tünelin bir ayna imajıdır. Bedene geri dönmek bu tünelin tersidir ve acı doludur. Other Lives, Other Selves adlı kitabımda ölüm, doğum ve aradaki alemin bir tür döngü oluşturduğunu ve dünyaya geliş biçimimizin, bir önceki ömürde nasıl öldüğümüzü yansıttığını ifade etmiştim. Basit bir örnek vermek gerekirse, göbek kordonu boynuna dolanmış bir biçimde doğan bir kişi, kendiliğinden geriye gitse, bir önceki ömründe nasıl asıldığını hatırlayabilir.

 

 

Ölüm Düşüncelerimizo:p>

 

GGEÇMİŞ YAŞAMDA ölüme ilişkin en yaygın regresyon deneyimi -ölüm ister huzur dolu bir biçimde gerçekleşsin, ister şiddete dayalı bir ölüm olsun- kişi kendini bedeninden ayrılırken ve yukarı doğru uçarken görür. Bedenden ayrılan ruh bazen bedenin üzerinde durur, her şeyin bittiği gerçeğini özümsemeye çalışır ve beden gömülene ya da yakılana dek bedenin üzerinde dolaşmaya devam edebilir. Ama “dünyaya bağlı” bir ruhun aksine, bedenden ayrılan bu ruh, öldüğünün farkındadır ve bu farkındalık, ruhun bardonun daha yüksek boyutlarına çıkabilmesinin önünü açar. Geçiş, gerçekten de çok güzel olabilir; kişi dünyayı yukarıdan görür, yaşamının panaromik, düşsel bir özetini görür ve belki de dünya üzerinde kalan sevdiklerinin yaşamlarına devam edişlerini görür. Sonunda, başka bir boyuta, başka bir aleme ulaşma hissi vardır.

Ama ölümün koşulları zorluysa veya kişi ölümden önce herhangi bir biçimde duygusal olarak zarar gördüyse -örneğin içerlemişse, intikam isteği duyuyorsa, suçluluk hissediyorsa, yalnızsa veya korku duyuyorsa- bu duyguların ve bunlarla bağlantı düşüncelerin yoğunluğu, bedenden ayrılan ruhla birlikte kalır ve bu geçişin potansiyel olarak yükseltici ve rahatlatıcı boyutlarını gizler. Bundan yıllar önce, W. Evans-Wentz’in ünlü Tibet’in Ölüler Kitabı çevirisinde düştüğü bir not beni çok etkilemişti: “Budistler ve Hindular, ölüm anındaki son düşüncenin bir sonraki enkarnasyonun karakterini belirlediğine inanır.” O zaman bu zamandır, regresyon çalışmalarında insanların bir geçmiş yaşamda ölürken neler hissettiğine çok dikkat ediyorum. Ölüm deneyiminin ve insanların yaşama tutunma biçiminin -kızgın bir biçimde, acılı bir biçimde veya umutsuz düşüncelerle ölmek- şimdiki yaşamlarında yaşama karşı tutumları hakkında çok şey söylediğini gördüm.

Ölüm anında oluşan tipik düşünceler ve hisler, binlerce regresyonda kaydedilmiş durumdadır. Bir saldırı sonrasında ölüme terk edilen ya da kaybolan çocuklar “Beni istemediler,” ya da “Beni umursamadılar,” diye düşünmektedir. Kendi başına mücadeleye terk edilen ve tek başına ölen insanlar “Her şeyi kendi başıma yapmalıyım,” veya “Bana yardım edecek kimse yok,” diye düşünmektedir. Bir kıtlıkta ölen insanlar “Yetmedi, hiçbir zaman yetmedi,” demektedir. Konuştukları sözler yüzünden ya da bir çizgiyi aştıkları için öldürülen insanlar “Çenemi tutmalıydım,” veya “kendimi tutmalıydım,” demektedir. Bazıları suçluluk hissetmektedir: “Daha iyisini yapabilirdim,” “Hepsi benim suçum,” veya “Yeterince iyi değildim.” Düşünceler bazen intikam dolu da olabilmektedir: “Onlara gününü göstereceğim,” veya “Bana nasıl zarar verdilerse, ben de aynı şekilde onlara zarar vereceğim.” Kendimiz hakkında negatif düşüncelere sahip olabiliriz: “Hiçbir işe yaramam ben,” “Elimden hiçbir şey gelmedi,” “Onlara yardım edemedim,” “Onların güvenini boşa çıkardım” veya fiziksel başarısızlıklar hakkında düşünebiliriz: “Bir daha asla yürümeyeceğim,” “Tuzağa düştüm,” “Bundan asla kurtulamayacağım.” Aşağılayıcı bir cinsel davranışa zorlanan biri, “İğrenç biriyim,” diyebilir. İhanete uğrayan biri “Bir daha hiç kimseye güvenmeyeceğim,” “Gerçekte ne hissettiğimi göstermem güvenli değil,” “İnsanlara güven olmaz,” “Hepsi yalan,” gibi şeyler söyleyebilir. İnsanlar çaresizlik içinde öldüğünde ya da hapsedilmek ya da köleleştirilmek gibi umutsuz koşullara mahkum edildiğinde, depresyonun ve negatifliğin tohumları gelecek enkarnasyonlara atılır: “Ne anlamı var ki?” “Niye kendimi sıkıntıya sokayım?” “Her zaman onlar kazanır,” “Bu asla değişmez.”

 

 

Madeline: Kronik Ağrı

Geçmişteki Barbarlığın Bir Hatırası

 

GEÇMİŞ YAŞAM ölüm senaryolarında sıkça karşılaşmadığımız çok yıkıcı türden bir ölüm düşüncesi, suçluluk hissetmek ve kendinden nefret etmekle ilgilidir. Madeline adını kullanacağım bir kadın, yaşamının büyük bir bölümünde boyun ve omuz bölgesinde ciddi ağrılardan şikayetçi olmuştu. Her türlü beden çalışmasını yapmasına rağmen, ağrı hiçbir zaman tam olarak geçmemişti. Öğrenme güçlüğü çeken çocuklardan sorumlu olan bir sosyal görevliydi. Çok nazik bir kadındı ve danışanlarına çok özenli yaklaşıyordu. Ama ortaya çıkardığı geçmiş yaşam öyküsünde, çok sayıda köleye acımasızca davranan bir köle sahibiydi ve günün birinde, köleler intikam almaya karar vermişlerdi. Bir binanın arkasında saklanıp efendilerine saldırmışlar ve üzerine çullandıkları efendilerini döve döve öldürmüşlerdi. Son ölümcül darbe, boyun bölgesine vurulan bir darbeydi.

Köle sahibi ölürken, neler olup bittiğini ve kendisine ne kadar çok öfke duyulduğunu çok net bir biçimde anlamıştı; ölürken “Onlara acımasızca davrandım. Bu sonu hak ettim,” diye düşünmüştü. Bedeninden ayrıldığında ve kendisine vurmaya devam eden öfkeli kölelere yukarıdan baktığında, şu düşünceleri kendisiyle birlikte taşımıştı: “İnsanlara bu şekilde davranmamalıydım. Cezalandırılmayı hak ettim.” Hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, boyun ve omuz ağrıları köle sahibinin “hak ettiği cezayı” gördüğü bölgelerdi ve eski acıların kalıntıları, Madeline’ın bedeninde kendilerini göstermişti. Madeline, boynundaki bu ağrıyı bütün yaşamı boyunca taşımasının nedenini hemen fark etti; bu, köle sahibinin suçluluğunun fiziksel kalıntısıydı. Bedeninin maruz kaldığı eski şiddeti yeniden oynayarak kendini suçlamaya devam ediyordu. Bu yaşamında yardıma ihtiyacı olan çocuklarla çalışarak, köle sahibinin kötülüklerini telafi etmek istiyordu. Tüm bunları görebildikten ve eski köle sahibinin kölelerle konuşmasını ve onlardan af dilemesini sağladıktan sonra, suçluluk hissinden ve ağrılardan kurtulduğunu hissetti.

 

 

Doğru Yaşamak, Doğru Ölmeko:p>

 

ÖLÜM ANINDAKİ bu tamamlanmamış düşüncelerin merkezinde en temel insani tutkular vardır. Acemi askerler daha çok acı çekebilir; savaş meydanında çok genç ölürler; kendilerini yok yere ölüme sürükleyenlere karşı öfke duyarlar. Bazıları da sevdiklerini geride bırakmaktan derin bir üzüntü duyarlar ve daha fazlasını yapamadıkları için pişman olurlar. Takıntılı intikam düşünceleri, ruhu başladığı işi tamamlamak için başka bir enkarnasyona yönlendirebilir. Ölüme yakın deneyimlerle ilgili birçok anlatım, son bulan ömrün otomatik bir değerlendirmesini sunsa da geçmiş yaşam ölüm senaryolarında durum her zaman böyle değildir. Çünkü intikam hisleri çok güçlüyse, bunlar ruhu hiç düşünme fırsatı bırakmadan doğrudan yeniden doğmaya sürükleyebilir. Ya da bir katliam sırasında oğlunu yitiren ve daha sonra da “Onu bulmam lazım; onun yanında olmam lazım,” diye düşünürken kendisi de ölen bir annenin düşünceleri aynı ölçüde takıntılıdır. “Onu bulmam lazım,” şeklindeki kararlı bir düşünce, kaçınılmaz olarak ruhunun başka bir ömürde oğlunun ruhunu takip edeceği ve yaşamlar arasındaki alemde geçmiş yaşamını gözden geçirmek için hiç vakit bulamayacağı anlamına gelir.

Takıntılı geçmiş yaşam kişilerinin çoğu zaman unuttuğu çok basit bir olguyu vurgulamak istiyorum: Geçmiş yaşam geçip gitmiştir! Geçmiş yaşamlarındaki düşüncelerine ve tutkularına aşırı bağlı insanlara seminerlerimde sık sık söylediğim gibi, birçok geçmiş yaşamı hatırlamanın asıl nedeni onları unutmaktır. Daha basit bir biçimde ifade etmek gerekirse, Mevlana’nın sözleriyle: “Bir sufi geçmişin tamamen son bulduğunu bilir!”

Birçok zorlu yaşamın acı, mücadele ve karmik izlerine rağmen, hafıza bankalarımız yatağımızda huzurlu bir biçimde ve sevdiklerimizin yanında öldüğümüz mutlu yaşam öyküleriyle de doludur. Bu tür geçmiş yaşam deneyimlerine sahip insanlar, iyi bir yaşamın sonrasında daha yüksek alemlere yükseldiklerini, sevgi dolu ışıktan varlıklar tarafından karşılandıklarını ve genellikle de atalarını gördüklerini aktarmaktadır. Tibet geleneği, en iyi ölüm şeklinin, bu fani dünyayı şuurlu ve huzurlu bir biçimde terk etmek ve mümkünse yanımızda hiçbir düşünce, his ya da bedensel ağrıyı taşımamak olduğunu söyler. Sınırsız zihinlerimizin saf aydınlığını ancak tamamen boş hale gelirsek, bilebileceğimizi öğretir.

 

Yazarın Healing Your Past Lives adlı kitabından yapılan alıntıyı çeviren: Tufan Göbekçin, özetleyen: Neslihan Kosova.

 

**Bu yazı, Ruh ve Madde Dergisi, Aralık 2011 sayısında yayınlanmıştır.



[1]/span> Türkçesi Dharma Yayınları tarafından yayınlanmıştır.

   
       

Sayfa başı