|
||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Dr. Dolores Krieger
Geçen yirmi yıl zarfında insan ifadesinin iki alışılmadık ama
birbirinden farklı tarzı Batı kültürüne girmiştir. Her ikisi de, insanın
evrendeki yerini ve diğer insanlarla olan ilişkisini algılama şeklindeki
radikal bir harekete damga vurmaya yaramıştır. İlki, anlamını oldukça
teknik olan bilgi çağından, henüz hızlanmaya başlamış olan bir çağdan
sağlamıştır. Bununla birlikte, uzun zamandan beri kabul edilmiş
işaretleri, geleneksel ve tutucu kültürel törelerin sinyallerini
şimdiden önüne katmıştır ve bunları hızla bilgisayar dilinin temellerine
ve mantıklarına çevirmektedir. Zamanımızın benzersiz bir ifadesi olan
ikinci tarz, insanoğlu olarak potansiyellerini gerçekleştirmelerine
yardımcı olacak kişisel gelişim deneyimlerinin arayışında olan
insanların eşsiz bireysel ağ organizasyonlarından doğmuştur. Bu ifade,
en önemli yorumunu bedenle bağlantılı dil, özellikle dokunma dili
sayesinde bulmuştur. Bu iki temel hareketin paralel bir şekilde gelişmesi, çağımız için yeni
bir tanım getirmiştir: yüksek teknik/yüksek dokunuş. Bu fenomeni ilk
olarak tanımlayan Naisbitt’e göre, toplumumuzun yüksek teknolojiye
dayanan girişimlerin kişisel olmayan ortamıyla daha çok ilgilenmesiyle
birlikte, telafi edici yüksek dokunuş için güçlü bir gereksinim de
artmaktadır. Naisbitt şunları ifade etmektedir: “Çevremizde yüksek
teknoloji arttıkça, insan dokunuşuna da o kadar gereksinim olacak...
Yüksek teknoloji/yüksek dokunuş. Prensip, fiziksel ve ruhsal
gerçekliğimiz arasındaki dengeye olan gereksinimi sembolize etmektedir.” İnsani potansiyel hareket hızının büyük bir kısmı, kendini iyileştirme
gereksiniminden doğmuştur. Ancak, bu şifa gerçekleştikten sonra, birçok
kişi başkasını iyileştirmeyi öğrenmeye geçmiştir. Bir kere
iyileştiklerinde (Eski İngilizce’deki haelen kelimesi bütün yapmak
anlamına gelmektedir) bu bireyler, başka insanların da bu bütünlük
potansiyeline sahip olduklarını görmekte ve onlara da iyileştirici bir
şekilde dokunulabileceğini anlamaktadır. Sağlıklı insanların birçoğu bir enerji taşmasının, şu anki fiziksel
gereksinimlerinin ötesinde olan bir enerji fazlalığının farkındadır ve
şefkatli olanlar, bu iyilik duygusunu hasta olan kişilerle paylaşmak
istemektedir. Önemli şifaların oluştuğu ender örneklerde, bunun nasıl
gerçekleştiği iyi anlaşılamamaktadır. Başkalarına yardımda başarılı olan
insanlar, sözel olarak anlatmakta zorlandıkları bir şeyin, kendi
içlerinde bilinçdışı bir biçimde oluştuğunu ve bunun bir şekilde şifacı
doğası olan bir enerjiyi hasta kişiye ilettiğini söylemektedir. Kontrollü şartlar altında, yakın geçmişte yeterince şifa örneği gerçekleşmiştir. Bu da şifa için kullanılabilecek bir potansiyelin olduğu ve kişinin şifacı rolünü öğrenebileceği güvenli öğretme stratejilerinin bulunduğu varsayımlarını güçlendirmektedir. Dora Kunz’la birlikte geliştirmiş olduğumuz, Terapötik Temas adlı şifa
yöntemi, geleneksel ellerle şifa verme uygulamalarına benzer olsa da
bazı yönleriyle onlardan ayrılır. Geçen on sene süresince, Terapötik
Temas yöntemini sağlık alanında çalışan yaklaşık sekiz bin kişiye
öğrettim. Bu eğitimin çoğu üniversitelerde, hastanelerde veya
profesyonel organizasyonların desteği ile gerçekleşmiştir. Bu resmi
kurumların yapısından dolayı, bu öğrencilerin deneyimlerini sistemli bir
şekilde, çeşitli anketler ve kişisel görüşmeler sayesinde izleme fırsatı
olmuştur. Onların raporları, Terapötik Temas gibi, kişiselleştirilmiş
etkileşimle ilgili olmanın, şifacı rolündeki kişinin, başkalarına yardım
ederken, kendi sınırlamalarını aşmasına olanak sağladığını ortaya
koymuştur. Eğer böyleyse, Terapötik Temas, fertlerinin dengeli
olgunlaşmasına ilgi gösteren açık bir toplumun desteklemek
isteyebileceği öğrenilmiş bir davranış tipi olabilir. Yukarıda belirtilen anketlerden ve görüşmelerden gelişigüzel birkaç
örnek, kişisel ego eğiliminin aşılmasına doğru bir harekete işaret
etmektedir. Güçlü bir merhamet hissi ile güçlendirilmiş ve niyetlilikle
netçe odaklanmış olan, başkasını iyileştirme eyleminin genellikle
kişinin özünü, kişinin kendi varoluşunun daha yüksek seviyeleri ile
temasa geçirdiği gözlenmiştir. Belli bir zaman süresince kişilik, artık
sadece egoya bağlı olmadan, daha kompleks olan, daha yüksek derecede
uyum ve organizasyon sergileyen ve daha birleşik olan yüksek derece
psikodinamik ve kavramsal yapılarla kendini özdeşleştirir. Bu
farklılaşma, kişilik tarafından içselleştirildikçe, ortaya çıkmakta olan
yüksek derecedeki yapı, bilinçli olarak kişinin, çevreyle ve diğer
insanlarla etkileşimleri hakkındaki algılarını ve onlara tepkilerini
yeniden yönlendirmesi için kullanılabilir. Aşağıdaki örnek ifadelerden de görülebileceği gibi, öğrenci şifacılar,
iyileştirme eylemi sırasında yaşanan, aslında sözsüz olan bilinç
hallerini sözel olarak yorumlamak için çaba göstererek, bilinçdışı
unsurları bütünleme girişimlerinde derin düzeyde bir kararlılık
göstermektedir. Hem Jung analizinde, hem de Hinduizm gibi, egonun derin
bir anlayışını ortaya çıkarmak üzere yapılanmış olan dinlerdeki uzmanlar
“...ego çevresinde yoğunlaşan psişik yer çekiminin merkezinin geri
çekilmesi... (bunun sonucu olarak) ego merkezli değil, dış merkezli yeni
bir psişik durumun yaratılmasını, yani bilincin merkezinin hareket
halinde olduğunu” söylemektedirler. Aktif egonun dayandığı belirli
unsurları yeniden yönlendirme sürecine, Jung’un ifadesiyle, sembolik
yaşam veya bireyselleştirme süreci denmektedir. Bu, bütünleşmeye,
düzene, bütünlüğe ve öz değişime çaba gösteren kişilik tarafından
ayarlanan psikodinamik bir operasyondur. Bu tür yüksek düzey bir ortaya
çıkış, algı ve kimlik hissinde; duygusal halde; değerlendirici ve
bilişsel süreçlerde; zaman ve mekan yönlendirmesinde; kişinin deneyimden
nasıl anlam kazandığında önemli değişimlerle kendini gösterir. Kişiliğin derin yapılarının böyle yüksek düzey ortaya çıkışının
merkezinde olduğu görülen Terapötik Temas yönteminin en önemli aşaması,
şifa sürecini başlatan yoğunlaşma eylemidir. Yoğunlaşma, şifacının
dikkatini içine, özünün bilincinin en iç noktalarına doğru çevirdiği
sürekli bir içsellik eylemidir. Eylemin kendisinde, kişi nitelik olarak
farklı bir bilinç ve sessizlik haline girer. Şifacı, iyileştirilecek
kişinin sorununu değerlendirmeye çalışırken ve o duruma yardımcı olmaya
ya da onu iyileştirmeye devam ederken, bu yoğunlaşma halini Terapötik
Temasın diğer aşamaları süresince korur. Böylelikle, bu yoğunlaşmış
bilinçli hal, şifa deneyimi boyunca devam eder. Carrington, yoğunlaşmanın sınırlarının “geçirgen” olduğunu
söylemektedir. Bu yüzden deneyim yelpazesi, derin ruhsal bir
farkındalıktan, hoş bir engin rahatlık duygusuna kadar varabilir. İçsel
deneyim, kişinin kendisine ve eylemden neler beklediğine bağlıdır.
Tartıştığımız durumda, iyileştirme eyleminde, bunun epeyce merhamet ve
özgecilikle ele alındığını varsayabiliriz; ancak motivasyon ne olursa
olsun, yoğunlaşma eyleminde kişinin, kendisini özün ince enerjilerine
açtıkça, her şeye nüfuz eden bir ilişki duygusunun farkına varacağını
belirtebiliriz. Zaman içerisinde bu dikkatlilik, bireyin yaşam tarzını önemli bir
şekilde etkileyebilir; çünkü yoğunlaşma kişinin günlük yaşam
aktivitelerinin arka planına meditatif bir nitelik katar. Kişi yavaş
yavaş o halin kendine “ait olduğunu”, “gerçekten de” o gerçekliğin bir
parçası olduğunu anlamaya başlar. Bunu çok kısa ve dolaylı yaşayanlar
bile, bu halde olduklarında, kendilerini “iyi”, “bütün”,
“yönlendirilmiş” hissettiklerini, fırsat olduğunda hemen o yöne
döndüklerini, bunun kendilerinin temel davranışı haline geldiğini
söylemektedir. Yukarıda sözü edilen örnek grubunda, bilinçteki önemli değişimlerle ilgili bazı sorulara cevap verilmiştir. Örnekler kısıtlı olmakla beraber örnek grubu bütün olarak temsil edebilecektir.
Egonun yaşamı sürdürmeye ve dış dünyadaki etkileşime aktif şekilde dahil
olmasından dolayı, sorulan ilk sorulardan biri şudur: (Terapötik Temas
uygulaması sırasında ve sonrasında) dışsal ortamı nasıl hissediyorsunuz,
yani etrafınızdaki insanları ve olayları algılamanızda bir değişiklik
var mı? Grubu temsil eden cevaplar şöyleydi: A. Terapötik Temas sırasında dış ortam daha az önemli olmaya başlıyor.
İşimde, zihnim birden fazla aktivitede olma eğiliminde, ancak Terapötik
Temas yaparken bu dışsal uyarıcılarla teması bir derece kaybediyorum.
Yoğunlaşmadan sonra, özü daha fazla duyumsuyorum ve dikkatim hastayla
olan etkileşimime odaklanıyor. Odada bulunan diğer insanlar, daha uzakta
gibi geliyor ve genellikle birisi beni çağırdığında, onları ikinci veya
üçüncü seslenişten sonra duyuyorum. Mobilya, araçlar ve diğer cansız
nesneler dengeli gibi görünüyor. Ancak kalp monitörlerinin ve
respiratörlerin seslerini duymazlıktan geliyorum. Hastayla terapik
etkileşime odaklanmamı kolaylaştırmak üzere, sanki ses ve hareketleri
filtreden geçiriyor ve dış ortama yapay bir sakinlik yerleştiriyorum. B. Dış ortama daha az tepki veriyorum. Etraftaki sesleri duysam da bu
uyarıcılara yanıt vermiyorum. Onlar önemsiz. İyileştirilen kişinin
alanıyla birlikte kendi alanım, farkındalığımın odağını oluşturuyor. C. Tanrı, evren ve iyileştirilen kişiyle bir birlik duygusuna
kapılıyorum. Bu mekanda kaldığım sürece, etrafımda olan bitenin pek
farkında değilim. D. Kendimi ortamdaki tek huzurlu şey olarak hissediyorum. Diğer şeyler
gürültülü olabilir ve diğer insanlar sinirleri kalkmış gibi hareket
edebilirler. Ancak ben Terapötik Temas sırasında huzurun temsiliyim. E. Her şeye normal dokunma, duyma, görme gibi duyulardan daha fazla
dikkat ediyor gibiyim ve kolayca açıklayamayacağım bir şekilde, üzerinde
çalıştığım kişinin çok derinden farkındayım. F. Tekrar zengin bir duyguya sahibim veya etrafımdaki doğada daha zengin
renk ve doku hissediyorum. Arkadaşlarımın ve kendi gereksinimlerimin
daha çok farkındayım. Başkalarıyla ve doğayla daha fazla bir birlik
duygusuna sahibim. G. Dış ortam ayrılmış, sessiz ve “ahenkli” görünüyor. H. İnsanların veya nesnelerin içine bakma eğilimindeyim; onların içsel
karakterlerini anlamaya çalışıyorum ve bunu önceden hiç kavramadığım bir
şekilde anlayabiliyorum. I. Terapötik Temas yapılırken, diğer nesneler ve insanlar “uzakta” gibi
geliyor. Algımı rahatsız etmelerine izin versem bile, onları hala uzakta
gibi görüyorum. Eğer uzaklık duygusunun geri gelmesine, uzaklığı
normalde algıladığım gibi görmeme izin verirsem, o zaman normal
halimdeyim ve Terapötik Temas uygulaması yapmıyorum. Örnek gruptakilere Terapötik Temas sırasında kendilerini ne tür rollerde
algıladıkları veya kendi kişilik duygularını tanımlamaları istendiğinde,
sıklıkla verdikleri yanıtlar kendi rolleri konusunda derinde yerleşik
bir çekingenlik göstermiştir. A. Şifa verirken, kendimi şifa, barış veya sevgi adına uygun enerjileri
yollayan bir kanal olarak görüyorum. Bu enerjilerin kaynağı benim
içimden başlamıyor gibi, fakat sanki ben ondan faydalanıyorum. B. Terapötik Dokunuş uygularken, kendimi evrensel zihin enerjisinin bir
şifacısı olarak görüyorum. Ben, evrensel gücün bir uzantısının sadece
küçük bir yüzüyüm, fakat buna rağmen iyileştirici güç ve sevgi gücü veya
bilinç için birleştirici bir bağlantıyım. C. Ben, tüm enerjinin yaratıcı kaynağı olan Tanrı’mın bir aracıyım. Ben
sadece kendimi akış için temizliyorum ve şifa enerjisinin görevini
yerine getirmesini sağlıyorum. İyileşen kişi ise bunu alıp, gerektiği ve
istediği şekilde kullanıyor. D. Kendimi hastanın sevecen, farkında, sorumlu bir yardımcısı olarak
görüyorum. Hastalar iyileştirmeyi kendileri gerçekleştiriyor. Ayrıca,
her deneyimde kendim için kesin bir büyüme süreci oluşuyor. Terapötik
Dokunuş bana kendime yardım edebileceğimi gösterdi (artık bahane yok!).
Benim gerçekleştirebileceğim veya gerçekleştireceğim çok daha fazla
potansiyel olduğunu hissediyorum; kişiliğime eklenmiş bir derinlik ve
farklı bir boyut hissediyorum. Şifanın, şefkatin zorlayıcı etkisi altında gerçekleştirilen bir davranış
olduğunu varsayarak, örnek gruptaki deneklere, bu yüzden kendi
duygularında herhangi bir değişiklik görüp görmedikleri sorulduğunda şu
yanıtlarla karşılaşılmıştır: A. Terapötik Temas uygulamanın benim daha sakin olmama sebep olduğunu
düşünüyorum; bu yüzden, farklı davranıyorum. Fakat gerçek değerinden az
tepki vermiyorum. Bu daha çok duygularımın ve düşüncelerimin odaklı
olduğunu ve dolayısıyla daha bütünleşmiş olduğu anlamına geliyor. B. Normalden tamamen farklı tepki veriyorum. Daha şefkatli ve daha
düşünceli. Uyanık. Fikirler kolaylıkla bütünleşiyor. C. Öncekinden daha az uyarıcı yanıtlar tarzında tepki verme
eğilimindeyim. Duygularımla daha çok ilgilenmeye çalışıyorum; bunun
kendimin daha fazla farkına varmanın önemli bir kısmı olduğuna
inanıyorum. D. Normalden tamamen farklı bir şekilde tepki veriyorum ve bu değişmiş
duygusal yanıtı sevdiğimin farkındayım. Ancak bunu tarif edecek en uygun
ifadeleri bulmak çok zor. Belki sürpriz bittiğinde kendimi sözel olarak
daha iyi ifade edebileceğim. E. Durumlara karşı açıklanamayan bir şekilde artmış hassasiyet. Birçok
telepatik durum. Özellikle, arkadaşlarının acı duyduğu problemlerine
karşı yüksek hassasiyet. Bu, yardım edebileceğim konusunda güçlü ve
ısrarlı bir hisle birlikte oluşuyor. Değerlendirici ve bilişsel süreçlerdeki önemli değişiklikler hakkında
sorular sorulduğunda, birçoğu daha odaklı bir dikkat, sezgisel
incelemede artış, şimdiye karşı ilgi ve doğrudan eylem yanıtları
vermiştir: A. Aslında şifa süreci sırasında böyle düşünmüyorum. Ancak, yaşam
durumlarımda kesinlikle bilişsel değişiklikler yaşıyorum, bu belki de
hem Terapötik Temas yöntemini, hem de meditasyonu düzenli olarak
uyguladığım içindir. B. Bazen hastaların durumları hakkında izlenimler, zihnimde tamamen
oluşmuş düşünceler olarak o anda beliriyor. Hiçbir yerden gelmiyormuş
gibiler; yani o anda içinde bulunduğum durumla ilgili değiller ve
üstelik kontrol ettiğimde hastalar tarafından da teyit ediliyor. Sormak
uygun olduğunda, düzenli olarak bu izlenimleri kontrol ediyorum. O anda
benim mantıklı zihnime o kadar anlamsız geliyorlar ki. C. Dikkatimin neyle ilgili olduğunun şimdi keskin bir şekilde
farkındayım. Düşünce süreçleri daha az otomatik ve daha bilinçli bir
şekilde yönelmiş görünüyor. D. Değerlendirici ve bilişsel inceleme hızım arttı; daha fazla bilgi
kavrayabiliyorum. Değerlendirmelerimin mantığı her zaman ayırt
edilebilir değil (ve değerlendirmeler doğru çıktığında beni
şaşırtıyorlar!). Düşünce süreçlerimin niteliği yenilenmiş bir hassasiyet
kazandı. E. (Terapötik Temas uygulamamın) deneyimlerini
içselleştirebilirsem, değerlendirmelerimin mantığı benim normal düşünme
tarzımdan bambaşka bir çerçeveden gelmektedir. F. Benim değerlendirici incelememi, belki de
aynı zamanda bilişsel incelememi, önemli bir şekilde etkileyen yüksek
oranda telepatik bilgi oluşuyor. G. Hissettiklerime inanıyorum ve ona göre
davranıyorum. Peper ve Ancoli, beyinle ilgili analizlere
dayanarak, Terapötik Temasa “şifacı bir meditasyon” demiştir. Bu yüzden,
Terapötik Temas uygulamasında zaman duygusundaki değişiklikler
sorulduğunda yanıtların, meditasyon üzerine klasik incelemelerde
bildirilen yanıtlara benzerlikler göstermesi ilgi çekicidir. A. Terapötik Temas sırasında zaman duygum
yavaşlıyor gibi. Aslında şifa sürecine kendimi verdiğimde kesin zaman
algımı kaybediyorum. B. Zaman konu dışı görünüyor; genelde zamanın
geçtiğini düşünmüyorum. C. Şu an genişliyor ve zaman yavaşlıyor. D. Zaman bir etken değil; yani lineer zaman.
Genelde aceleci biriyim, fakat Terapötik Dokunuşu uygularken hem kendi
fiziksel hareketlerimin hem de algılarımın hızı belirgin bir şekilde
yavaşlıyor. E. Zaman “farklı.” F. Zaman yokmuş gibi geliyor; yani şimdi ve
buradaki olayların, hasta ile aramdaki deneyimin farkında olmama rağmen,
zamanın geçtiğinin farkına varmıyorum. Hatta, zannedersem zaman
yavaşlıyor. G. Zamanın önemi veya anlamı yok gibi. Sadece
zamanın geçişini takip etmiyorum; dikkat etmek istediğim o kadar çok
başka şeyler var ki. H. Zaman yavaşlıyor; ancak aslında bir şekilde
yavaştan ziyade sıvı gibi. Benim keskin bir şekilde farkında olduğum
şimdi ve yeni olan. Yukarıda görüldüğü gibi, şifacının aslında nasıl
iyileştirdiği bilinmemektedir; çoğu şifacı içlerinde bir tür “iç
manevranın” oluştuğunu hissetmektedir. Bu her ne olursa olsun, soru
halen aynıdır: Deneyimden nasıl anlam elde edilmektedir? A. Dinliyorum. Bir seviyede anlam içte derinde
oluşuyor, bazen bilinçli bir şekilde, fakat yine de net, anlaşılır ve
genellikle de doğru bir şekilde. Başka bir seviyede, önümdeki probleme,
enerji akışının modelleriyle ilgili ellerimle veya ellerim sayesinde
algıladığım bilgiyi birleştirmek ve anlaşılır kılmak üzere önceki
deneyimlerimi ve eğitimimi getiriyorum. B. Bana, benden geçerek ne olduğuna, hastanın
tepkisine ve aramızdaki etkileşime karşı hassas olmaya çalışıyorum. C. Zihnimde tabiri caizse, gerekli olan şifa
niyeti ile ilgili olan bir içsel diyalogun farkındayım, buna kendimi
hassaslaştırıyorum ve işaretlerini çok dikkatlice “dinliyorum.” Son senelerde yukarıda ele alınan bu gibi anket
ve görüşmelere verilen yanıtlar üzerinde sıklıkla düşündüm. İyileştirici
ve yaratıcı eylem arasındaki anlamlı benzerlikler beni etkiledi. Bu
varsayımın tam bir analizi başka bir yazıyı gerektirir; ancak okuyucu
belki de böyle bir yazının oluşturacağı ana hatları, Marie Dellas ve
Eugene Gauer’in gerçekten yaratıcı olan bireyin iyi bilinen profilinin
kısa bir incelemesinden çıkarabilir. Dellas ve Gauer, yaratıcı bireyin arayışının içe
yönelik, bastırılmış gereksinim ve arzuların sembolik ifadesinin izin
verdiği şekilde olduğunu belirtir. Yaratıcı kişiler mantığın resmi
sınırlarıyla engellenmez. Birçok farklı düşünceyi değerlendirmeye
açıktırlar. Kendilerine çok geniş deneyim çeşitliliği konusunda izin
verirler ve böylece bilinçdışının dinamizmi ile anlamlı bir temas
kurarlar. Yaratıcılıklarının bir işareti, bütün bunları bilinçli zihinle
birleştirebilmeleri ve yeni ifade şekillerini ortaya çıkarabilmeleridir.
Onların, duyguyu yaşamaya karşı bir açıklığı vardır ve bu deneyimlere
hassas bir şekilde uydurulmuş bir farkındalık getirirler. Özün,
problemlerin sezgisel yanıtlarını bilince aktarmasına izin verirler.
Algısal farkındalıklarını yükseltmek için fırsatlar ararlar. Anlam
belirsizliğini kabullenme yetenekleri vardır; yeni sınırları aktif bir
şekilde arar ve önceden ortaya atılmış fikirlerle kısıtlanmazlar. Bizim Batılı bilimsel metodolojilerimiz, şifa
eylemi ve yaratıcılık eylemi arasındaki yakın nedensel bağıntının
varsayımının kanıtlanmasının olası beklentilerin ötesinde olduğunda
ısrar eder. Bu resmi bir araştırma tasarımına uyularak
gerçekleştirilebilir; yani tanınmış yaratıcı kişilerin, örnek şifacı
kişilerle aynı sorulara cevap vermesi sağlanabilir ve sonrasında da
yanıtların karşılaştırılmasının istatistiksel bir analiz yapılabilir.
Belki bu başka bir zamanda yapılacaktır. Ancak, ben şimdilik, her ikisi
de özün yüksek düzeyde ortaya çıkışına dayanan, yaratıcı eylem ve şifa
eyleminin esas niteliklerinin görünürdeki yakın uyumu konusunda kendi
izlenimimi sunuyorum. Geçmişteki olgun toplumlar, yaratıcı fertlerini
tanımış, onurlandırmış ve onları kopyalamaya çalışmıştır. Belki de
gelecekte toplum, bana göre insancıl eylemler arasında en insancıl
olanını, başkalarına yardım veya şifa vermeyi destekleyen kişileri,
benzer içsel bir deneyimin beklediğini kabul edecektir. Kaynak Kitap: Ruhsal Şifa Derleyen: Dora Kunz Ege Meta Yayınları |
|||||||||||||||||||||||||||||||