anasayfa hakkimizda linkler iletisim
   
   
   
SİTE PLANI
Şifa Nedir
Bireysel Hizmetler
Uygulamalar & Teknikler
Eğitimler
Psişik Korunma
Aura ve Enerji Alanı
Tamamlayıcı Yöntemler
Ruhsal Şifacılar
Yazılar
Kitaplar
 
 
 
   

TELEPATİDEN UZAKTAN ŞİFAYA

 

Alfred Stelter

         

Bilinen beş duyunun dışında gerçekleştirilen insandan insana iletişim, günümüzde bilim adamları tarafından genelde telepati olarak kabul görmektedir. Fakat insanlar arasındaki saf ruhsal etkiler, tahmin edilenden çok daha yaygın ve güçlü bir fenomen olarak kendini göstermektedir. Düşünce aktarımı dediğimiz şey, bilim adamları tarafından araştırılmaya başlanmadan çok ama çok önce ilkel toplumlarda haberleşme aracı olarak kullanılmaktaydı.

Antropologlar, Afrikalı kabilelerin bu gizemli haber trafiğini, davullar aracılığıyla gerçekleştirilen bir tür mors sistemiyle açıklamaya kalkışmışlardı. Profesör Ernesto Bozzano (Genua), 2. Dünya Savaşı’ndan önce, Avrupalı tanıklar tarafından anlatılan iyi belgelenmiş telepati vakaları ile bu görüşü çürütmüştü. Rodezya'da çalışan Dr. G. B. Kirkland tarafından aktarılan bir belgeyi aşağıda sunuyoruz, bu vaka oraların güncel yaşamında henüz teknolojik bir haberleşme olanağı yokken gerçekleşmiştir.

Sarhoş olan bir yerli tarafından bıçakla akciğeri delinen bir yerli, yaralı olarak hastaneye getirildi. Ağır yaralı, Dr. Kirkland'a bir sonraki sabahı yaşayıp yaşayamayacağını sordu. Doktor da açık ve dürüst bir şekilde, bunun zor bir olasılık olduğunu belirtti. Bunun üzerine yaralı, en azından yakınlarını son bir kez daha görünceye kadar dayanmaya çalışacağını söyledi. Fakat yaralının akrabaları, elli kilometre uzaktaki bir köyde yaşıyorlardı. Bu, vahşi ormanların içinde yapılması gereken 9 saatlik zorlu bir yolculuk demekti. Olup bitenleri, yaralının akrabalarına bir haberci aracılığıyla bildirmenin dışında bir başka yol da yoktu. Buna karşın yaralı, akşam tam güneş batmak üzereyken yakınlarını kendisinin “çağıracağını” söyledi. Doktor tek bir davul bile kullanılmadığına dair garanti veriyordu... Güneşin doğmasına az bir zaman kala, tüm aile zorlu bir gece yürüyüşünün ardından ölüm döşeğindeki akrabasına ulaştı.

Bu olayı aktaran doktorun orada olanları hayretle karşılaması için bir sebep yoktu, çünkü o zamana kadar telapati üzerine birçok bilimsel denemeler gerçekleştirilmişti ve de “mantal telkin üzerine yapılmış deneysel araştırmalar”280 vardı. Fakat ne yazık ki, “ciddi” bilim adamları bunlara gerekli dikkati vermemişlerdi. Titizlik içinde yürütülen ilk deneysel çalışma 1886 yılında düzenlenmişti ve sonucu bugün bile bir sansasyon yaratabilirdi: Saygın Fransız psikolog Prof. Pierre Janet ve Dr. M. Gibert, Bröton köyünden 50 yaşındaki bayan Léonie'yi çeyrek milden, bir mile kadar varan uzaklıklardan kadının bilgisi olmaksızın mantal telkin yoluyla hipnoz etmeyi yani uyutmayı denediler. Bu sırada köylü, bir şeyden haberi olmaksızın evinde bulunuyordu. Yirmi beş denemeden on dokuzu tam istenildiği gibi sonuçlandı, diğerleri ise kısmen ya da, tamamen sonuçsuz kaldı. Deneyler daha sonra Paris’te saygın otoritelerden oluşan bilimsel bir komisyon önünde, ileride tıp Nobel Ödülü kazanacak olan Charles Richet yönetiminde aynı denekle tekrarlandı ve onaylandı.

Yirminci yüzyılın yirmili yıllarında bu deneyler Rus bilim adamları tarafından tekrar ele alındı ve geliştirildi. Daha sonra tespit edildiği üzere sorun, denek bulmaktaydı; çünkü nasıl ki herkes, her hipnotizör tarafından hipnoz edilemiyorsa, bu tür deneyler de herkes tarafından başarıyla sonuçlandırılamamaktaydı. Böylece denenmiş 300 kişiden oluşan bir ankette, sadece 10 ila 12 kişi, bu telepatik uyutma için uygun bulunuyordu. Bunlar genellikle aşırı duyarlı ve hassas insanlardı. Bunların en ünlüleri iki Rus kadın; İvanova ve Fedorova'ydı, otuzlu yıllarda onlarla geniş çaplı birçok deney yapıldı. Bu deneylerin çoğunun yöneticisi, 1927 yılında ölen tanınmış fizyolog Prof. Vladimir Brechterev’in bir öğrencisi olan Leningradlı fizyolog Prof. Leonid Vasiliev’di.

Uyutulması gereken kişi, hipnotizörün görüş alanının dışında, genelde başka bir odada hatta uzak bir yerde bulunmaktaydı. Hipnotizör, deneğin bilmediği bir anda zihinsel yolla, normal beş duyunun dışında bir iletişim vasıtasıyla uykuya dalmasını telkin etmeye başlıyordu. Hipnotizör bunu yaparken kişide uykuda hissedilene benzer hisler uyandırmaya çalışıyor ve bu hisleri İvanova veya Fedorova'nın zihinsel resmiyle birleştirmeye uğraşırken aynı zamanda uyku emrini de veriyordu. Bu tarz bir zihinsel odaklanma bazı uzaktan şifacıların, uzakta bulunan hastaya konsantre oluşuyla benzerlik taşımaktadır.

Vasiliev’in denemelerinde, uzaktan hipnoz edilen kişinin durumunu gözlemleyen ve kayıt tutan üçünçü bir kişi bulunuyordu. Uzaktan hipnoz başarıldığında, hipnotizör bu kez, denek ve kontrolör için bilinmeyen bir anda uyandırma telkinleri göndermekte ve bunu yaparken uyuturken uyguladıklarının aynısını yapmaktaydı.

1933–34 yıllarında 260 telepatik hipnoz ve telepatik uyandırma denemesi gerçekleştirildi. Bu mantal uyutma vakalarının sadece 6 tanesinde başarısız olundu, telapatik uyandırmada ise 21 vaka sonuçsuz kaldı. Fedorova ilk denemelerde iki dakika içerisinde uyudu ve uyandırma ise bundan çok daha kısa sürelerde gerçekleşti. İvanova'da bu süreler biraz daha uzundu. Daha sonraları Fedorova'nın süreleri daha da uzamaya başladı.

Deney sonuçlarıyla ilgili açıklamalar o zamanlarda, hipnotizörün beyninden, deneklerin beynine radyo dalgaları tarzında aktarılıyor olabileceği düşüncesinden öteye geçmiyordu; çünkü teknisyenler ve fizikçiler radyoyu henüz yeni keşfetmişlerdi. Bu, haberlerin uzaktan aktarımını elektromanyetik dalgalar aracılığıyla olanaklı kılıyordu. Yirmili yıllarda, köpek beyinlerinde çeşitli elektrik potansiyelleri tespit edildi ve Hans Berger 1929 yılında, insan beyninin elektrik akımlarının, kapalı kafatası içinden ve cilt üzerinden dışarıya iletilebildiğini keşfetti. Bu yöntem, daha sonra elektroensofologram (EEG) vasıtasıyla geliştirildi.280

Eğer beyinden dalga karakterli elektrik akımları çıkmaktaysa ve kafatasının yüzeyine ulaşabiliyorsa, o zaman bu akımların insan kafasının çevresinde elektromanyetik dalgalar ve alanlar üretiyor olması da akla yatkın gelmekteydi ve bu büyük bir olasılıkla başka kişilerin beyinlerine de ulaşabiliyordu.

Bu bakış açısı altında insan beynini, elektromanyetik beyin ışınları alıcısına ve vericisine benzetmek, pek uzak bir ihtimal gibi gelmiyordu. Dolayısıyla İtalyan psikiyatrist Cazzamalli, gerçekleştirdiği telapati deneylerinde beyin radyo dalgalarının mevcudiyetini kanıtladığına inandığında hiç kimse buna şüpheyle bakmadı, bu dalgalar desimetre-metre alanı içinde düşünülmekteydi.37 Onun 1923 ve 1933 yılları arasında yaptığı çalışmalar, telapati fenomenlerinin elektromanyetik tezinin seçkin bilimsel kanıtları olarak görülmekteydi. Vasiliev ve çalışma arkadaşları da bu görüşten emindiler. Fakat onlar, “Cazzamalli deneyleri”ni tekrar oluşturmaya çalıştıklarında ve telepati fenomeninde taşıyıcılar olarak, kendilerini göstermesi gereken elektromanyetik görünümlerle ilgili araçlarından hiçbir belirti alamadıklarında hayal kırıklığına uğradılar. Telepatik aktarımların fiziki önlemlerce kesilemediğini tespit ettiklerinde şaşkınlıkları daha da çok arttı. Çünkü bunlar normalde elektromanyetik ışınları absorbe etmeliydiler. Vasiliev burada ilk önce çelik, daha sonra kurşun odalar kullandı. Odaların ek yerleri, sızmaya karşı cıva ile tıkanmıştı ve de söz konusu elektromanyetik ışınlara karşı geçirmezliği, elektromanyetik jeneratörler ve dedektörler vasıtasıyla test edilmişti. İki denekten biri yani uyutulan kişi ya da hipnotizör bu odada oturtuldu, bunun yanında hem uyutulan kişinin hem de hipnotizörün iki ayrı yalıtımlı odada olduğu deneyler de gerçekleştirdiler. Eğer elektromanyetik beyin ışınlarına dayandırılan mantal radyolar tezi235 doğruysa, bu durumda telepatik hipnoz olanaksız olmalıydı. Fakat İvanova ve Fedorova bu elektromanyetik önlemlerin şartlarının yerine getirilmesine rağmen, hipnotizörün mantal telkinlerine karşı duyarlılık gösterdiler.

Anlaşıldığı üzere telepatik hipnozun sonucu, fiziki önlemlerin alınması ya da alınmamasına bağlı değildi ki bu da elektromanyetiğe dayandırılan mantal ya da beyin radyo dalgaları tezini olasılık dışı bırakıyordu.

Telepati fenomenindeki bir başka etkileyici durum, işlevselliğinin çok uzak mesafeler, hatta akla gelebilecek tüm mesafeler üzerinde gerçekleşebileceğini göstermesidir. Daha henüz bu yüzyılın başlarında bile, biri Berlin'de diğeri New York'ta bulunan iki kişi arasında, bir araç vasıtasıyla doğrudan bağlantı kurabilmek bir ütopyaydı; günümüzde artık bunun için bir fanteziye ihtiyaç yoktur, çünkü çoktan günlük yaşamımızın bir parçası olmuştur. Fiziki, teknik yardımcı araçlar olmaksızın insandan insana daha dolaysız bir uzaktan bağlantı kurma iddiası ise, günümüz Batı medeniyeti bireylerinin çoğu tarafından inançsızlıkla karşılanmaktadır fakat daha nereye kadar? Bizlerin en iyi detektörleri ve araç gereçlerimizin en karmaşık yapıda olanları, tüm hayrete düşürücü kullanım olanaklarına rağmen, bunlardan daha karmaşık olan biyolojik sistemlerle karşılaştırıldığında, tamamen ilkel birer yapıdırlar, özellikle insan bedeniyle karşılaştırıldığında.

Bu bakış açısından yola çıkıldığında, büyük mesafeleri aşan mantal telkin fenomeni ve dolayısıyla da uzaktan şifa artık insana o kadar da saçma gelmese gerek. Bizler, olanağımız dahilinde olanın en üst noktasına ulaşmak için kat etmek durumunda olduğumuz, önümüzde sonsuz sayıda yol varken ve insan denen varlığı daha henüz yeterli derecede araştıramamış ve tanıyamamışken böyle düşüncelere yönelmemiz hiç de doğru görünmemektedir. Yeteneklerimizin sadece küçücük bir kısmından haberdar olduğumuzu kavradığımızda elbette bu tür fenomenlere artık başka bir gözle bakıyor olacağız.

 

Kaynak: Psişik Şifacılık

Ege Meta Yayınları

   
       

Sayfa başı