anasayfa hakkimizda linkler iletisim
   
   
   
SİTE PLANI
Şifa Nedir
Bireysel Hizmetler
Uygulamalar & Teknikler
Eğitimler
Psişik Korunma
Aura ve Enerji Alanı
Tamamlayıcı Yöntemler
Ruhsal Şifacılar
Yazılar
Kitaplar
 
 
 
   

Çağdaş Şamanizim ve Günümüz İçin Kadim Yollar

Leo Rutherford

 

Geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim, sizi görmek çok güzel. Umarım anlamlı şeyler söylerim. Ülkenizde birkaç gün geçirmek çok güzeldi, sizin için yağmur özel ama benim için güneş. Bugün dünyadaki şamanların eski yollarından bahsedeceğim. Antropologlar şaman kelimesini Sibirya Tunguz’dan aldılar. Şamanlar “medicine will” uyguladılar, medicine aslında tam olarak şifa anlamına gelmiyor. Şamanlar bir çeşit rahipler gibiydi yani ruhun doktorlarıydı. İnsanlara, gruplara, kabilelere ruh olma konusunda yardım ediyorlar, ilham veriyorlardı. Onun tam tersi ruhsuzlaşma. İşte ruhsuzlaşmadan depresyon geliyor, dolayısıyla şamanların birinci görevi insanların yani bütün kabilenin ruhlarını yükseltmekti. İlham dolu, mutlu, neşeli olmalarını sağlamaktı. İlham dolu, mutlu, neşeli olmayanlarla da şifa çalışması yapmaktı. O günlerde şöyle bakılıyordu; eğer bir kişi bile duygusal olarak hastaysa, ruhsuzlaşmış veya depresifse bu şu demekti, tek kişi değil aslında bütün ailenin dengesi bozulmuştur. Ve bu aile de tabi ki köyün bir parçası. Dolayısıyla yapılan şifa çalışması herkes içindi. Çünkü kimse yalnız olmadığı için, herkes grubun bir parçası olduğu için yapılan şifa bütün grubu etkiliyordu. Dolayısıyla bütün grubun tekrardan ilham dolu hale gelmesi gerekiyordu.

Tabi bunu milyonlarca kişinin olduğu bir şehirde yapamazsınız. Şimdi insanların ilişkide olduğu kişilere bir grup olarak bakılırsa gruplar yaklaşık 150 kişilik. O nedenle bu günkü meslek grupları birkaça bölündü. Bir tanesi psikoterapi. Psiko, ruh demek, terapi doktrin demek ama psikoterapi’nin birçoğu duygular ve zihinle çalışır, ruhla çalışmaz. Peki, din ne kadar ruhsallık ve ruhla çalışır? Hepimiz biriz. Duygusal beden zihinsel ruh.

 

 

Duygular, beden, zihin ve ruh. Aynı zamanda da geçmiş. Hepimiz bu dört bölümden yapılıyoruz. Şifacılar yani şamanlar zihnimizle ve duygularımızla yani kırmızı yolla, ama aynı zamanda beden ve ruhumuzla, yani mavi yolla da çalışıyorlar. Dolayısıyla duygusal ve zihinsel bedenlerimizin dengede olması lazım. Aynı zamanda da ruhla olan bağlantımızın genişlemiş olması lazım. Ruhun yolu bedenden geçerek ruhla bağlantımıza ulaşır. Dolayısıyla bedeni iyileştirmenin çeşitli yolları vardır. Bunlardan biri meditasyon yapıp, içe dönmek ve zihni susturmaktır. Biri de unuttuğumuz ama şamanların çok iyi bildiği ve yaptığı şeyi; neşeyi, hareket ve eğlenceyi hayata geçirmektir. Şamanik danslar bunu temin eder. Mesela kafamızda problemlerimizle ilgili çok fazla dır dır olduğu zaman, ‘ah zavallı ben’, ‘kendimi çok kötü hissediyorum’ diyen duygular olduğu zaman yapılacak en iyi şey dans edip bedeni hareket ettirmektir. Ondan sonra ohhh gelir. Bazen bedeni çalıştırmanın en iyi yolu da sekstir. Bu da bir açılmadır. Düşünmek ve aynı zamanda orgazm olmak çok zordur. Ve ondan sonra da hayat çok daha iyi gelebilir, daha iyi hissedersiniz. Dolayısıyla bedeni ve ruhu iyileştirmenin birçok yolu olduğunu hatırlamak gerekir. Kişiler için farklı şeyler, hayatın değişik zamanları için değişik şeyler vardır.

Şamanlar rahiplerden önce vardılar. Ben şamanizmi bir din olarak düşünmüyorum, din değil çünkü şamanizimde hiçbir şeye inanmak yoktur. Şamanlara göre yaratan ve yaratım tektir ve aynıdır. Tanrı, yaratıcı, yaratılmış olandan ayrı değildir. Dolayısıyla ben tanrıyı, yaratıcıyı doğada görüyorum. Tabi bu da Hıristiyan bakış açısında inançsızlık demek, ondan da daha kötüsü yaratımı doğada görmek demek. Bizim tarihimizde bu çok önemli.

Üç bin, dört bin yıl kadar önceki eski dünyanın insanlarıyla doğa arasında bir bağlantı vardı. Mesela ne zaman ekim yapacaklarını, ne zaman hasat yapacaklarını görmek için yıldızları, doğayı, hayvanları, bitkileri incelerlerdi. Ve bütün bunlardan da yaratımı öğrendiler. Ki bu da zaten yaratan hakkında bilgi almaktır. Ve tabi ki yaratan da tanrının başka bir adı. Dolayısıyla eski bakış açısıyla bakıldığında aslında bir ayrım, ayrılık yok. Ama din çok farklı. İslam hakkında hiçbir fikrim ve hiçbir geçmişim yok ama Hıristiyanlıktan çok bahsedebilirim. Çünkü ben bir Hıristiyan olarak yetiştirildim ve bana ‘inanmam’ söylendi. Sadece inanmalıyım, bana ne söyleniyorsa ona inanmalıyım. Bu ne demek, benim düşünmemem, inanmam gerekir. Hıristiyan bakış açısından durum şu; İsa benim için öldü ve ben ona inanmalıyım. Peki, bu durumda benim enerjime ne oluyor? Çöküyor ve yeterince iyi olmanın da hiçbir yolu yok çünkü İsa mükemmeldi ama ben değilim. Dolayısıyla İsa’dan farklı olan benim içimdeki her şeyin kötü, suçlu, felaket olduğu anlamı çıkıyordu. Bu size tanıdık geliyor mu, anlayabiliyor musunuz? Ve başka bir şey daha vardı. Hıristiyanların tanrısı bir erkek. Tek oğul var, o da bir erkek. Ben de bir erkeğim ama bu bakış açısına göre ben yeterince iyi olamam.

Dolayısıyla ben hayatla ilgili çok kötü haritalarla büyüdüm. Ve kırk yaşımda bile değilken eski yollarla karşılaştım. O zaman mühendislik yapıyordum ve bir orta yaş krizi yaşadım. On iki yıl boyunca metal konteynırlar yapan bir şirketi yönettim. Yaratıcı ve beden olarak çok iyi olan bir süreçte bu işi yaparak kendimi tükettim. Dolayısıyla tam kırk yaşında hayatımı analiz edebildim. Bana göre tamamen başarısızlıktı ve hayata tekrar başladım. Bu nedenle San Francisko’ya gittim ve birçok iyi öğretmenle çalıştım. Şifalanmak için benim de öğretmenlerimle paylaştığım bir dolu olumsuz deneyimlerim oldu. Çok iyi öğretmenler bulup kendimi şifalandırmaya başladım.

Ondan sonra eski bilgeliği öğreten Kızılderililerle karşılaştım. O zaman, onların bilgeliğinin beyaz adamın bilgeliğinden çook daha üstün olduğunu fark ettim. Çünkü beyaz adamlar yani bizim kültürümüz her şeyi böler ama eski bilgelik her şeyi bir araya koyar. Hayatımda ilk defa öğretileri ve dünyayı anlamanın başka yollarını buldum. Bulduğum öğretiler bana ilk kez tepeden tırnağa yanlış olduğumu söylemiyorlardı. Bu çok büyük bir değişimdi. Bu öğretilerde öğrenmek ve anlamak için çok fazla şey vardı ama inanacak hiçbir şey yoktu.  

Dolayısıyla siz de bugün söylediğim hiçbir şeye inanmayın. Ben bu dünya gezegenine öğrenmeye geldim, görmeye geldim yani kozmik bir okul gibi burası. Bazen, sanki kozmik bir ceza yeri, sürgün yeri gibi geliyor. Düşünün ki evren dünyalarla dolu ve umuyorum ki o dünyaların birçoğunda bu dünyada yaşamaktan çok daha kolay yaşamlar var.

Bazen bu gezegene gönderiliyoruz, bu bedenler de bize araç olarak veriliyor ve bu bedenlerin yüzde yetmişi su. Bu ne demek? Duygu demek. Duygu ne demek, hareket eden enerji demek. Dolayısıyla biz buraya büyük dersler için geliyoruz. Bu bir okul ve buradan da istifa edemiyoruz. Dönem bittiğinde ki dönem de ölümle bitiyor, o zaman gidiyoruz. İşte bütün bu duyduklarım benim için çok anlamlıydı ve 33 yıldır bu konuda öğrenciyim. Eğer mühendislik yapmaya devam edip bana öğretildiği gibi ‘iyi bir dindar’ olmaya çalışsaydım yıllar önce ölmüş olurdum. Ama iki yıl sonra sekseni kutlayacağım. Hala da dans edip workshoplarımı yapıyorum. Dolayısıyla bu eski yol, şamanizim birçok şeyi şifalandırmama yardım etti ama tabi gidecek daha çok yol var. Bu nedenle bir süre daha dünyadan gitmeyi düşünmüyorum.

Şimdi, şekilde gördüğünüz çizime “medicine will” deniyor. Türkçesi “şifa çemberi” ama birçok medicine will var. Bunlar soğanın kabukları gibi katman katman. 4 yönle başlamak iyi bir yol. Önce bilinçlilikle başlayalım. Her şeyin olduğu tek bir bilinç var. Size bir hikaye anlatayım. Bir zamanlar, yani hiç olmayan zamanda, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, hiçbir yerde kesinlikle hiçbir şey yaşıyordu. Ve bu kesinlikle hiçbir şey, hiç olmayan yerde sonsuza kadar yaşıyordu. Yani bu çok çok çok uzun bir zamansızlıktı. Dolayısıyla kesinlikle hiçbir şey, mutlak hiçbir şeysizlik, mutlak sıkıcılıktı. Bu zamanı hatırlıyor musunuz? Çünkü hepiniz, hepimiz oradaydık. Sadece tek başına bilinçlilik, düşünce yok. Dolayısıyla mutlak hiçlik, hiçbir şeyin yapabileceği tek şeyi yaptı ve bir şey yarattı. Ne yaptı? Kendini ikiye, ying ve yanga böldü, yani primal (birincil) dişi (feminen) ve primal eril (maskülen) meydana geldi. Primal feminen, masküleni gördü ve aaa dedi.

Böylece dans başladı ve dolayısıyla mutlak hiçbir şeylik, kendi olmaya, eğlenmeye başladı. Güldü, güldü, güldü ve o kadar çok güldü ki patladı ve büyük patlama meydana geldi. Ve bir evren oluştu. Yani uzayda bir zamanda bir evren oluştu. Uzun lafın kısası işte o bilinç milyarlarca yıl sonra bir dolu, bir dolu parçaya bölündü ve yıldızlara, bitkilere, hayvanlara, gezegenlere, insanlara dönüştü ve işte buradayız. Ve o “bir” in ufak ufak parçalarıyız. Ama hepimiz o birin parçaları olduğumuzu unutuyoruz. İşte o bir olan bizim vasıtamızla öğreniyor, büyüyor, gelişiyor ve maceralar yaşıyor.

Şimdi hikayeyi daha farklı, daha komik, esprili bir şekilde Kızılderililer açısından anlatacağım. İlk başta büyük büyük anne huakan vardı, bu bir daire olarak çiziliyor. Bu sonsuzluk kadar büyük ve hiçbir şey kadar küçük. İşte o tohum, yumurta, potansiyel. Ama o sadece bir potansiyel, ta ki büyük büyük anne, büyük büyük babayla karşılaşana kadar. Büyük büyük baba skuan ise bir şimşek gibi. Bir çember düşünün ve sonra ona bir şimşek geliyor. Ondan sonra, dünyanın öteki tarafından da ying ile yang geliyor. Aslında bütün bunların söylediği şey ne? Bir olan iki oluyor diyor. Yani birlikten düalite ortaya çıkıyor. Ama düalite olmadan hiçbir şey yok. Dolayısıyla biz düalite içinde yaşıyoruz. Hepimiz bu düaliteden yaratıldık, yani feminen ve maskülenden. Dolayısıyla bütün bu güçlerin arasında yaşıyoruz,  iyi ve kötü dediğimiz şeyler bizim algılayışımız. Ama yaratımın enerjisi bunu böyle algılamıyor.

Yaratım yaratıyor, mesela yaratım güzel bir dağ yapıyor, dağın altındaki enerjinin bir yere gitmesi lazım o zaman volkan oluşuyor. Mesela biz bir volkan patlamasında birçok insan öldüğünde bunu kötü algılarız oysa yaratım sadece bunu yaratıyordur. Hintliler brahma, vişnu ve şiva olarak ayırırlar. Brahma yaratan, vişnu organize eden, şiva da yıkandır. Bu da brama’ya gider, brama da yeniden organize eder, yeniden şekillendirir, bu ise hayattır.

Yani biz birçok güçlerin arasında yaşıyoruz ki bu hiç kolay değil, işte bu hayatın zorluğu bu. 35 yıldır kişilerle ve kendim üzerinde çalışmaktan dolayı bulduğum şey şu ve bunu size Dalay Lama’dan bir hikaye olarak da anlatabilirim. Bir gün Dalay Lama’dan Amerikan terapistlerine ve psikologlara bir konuşma yapması istendi. Dalay Lama onlara “insanlar sizin hizmetlerinizi almak üzere neden gelirler” dedi. Dediler ki “insanlar özgüven eksikliğiyle bize gelirler.” Dalay Lama “hımmm, o nedir” dedi. İşte o yüzden, çok kötü bir özsaygı yüzünden bu çalışmalara girdim

Bana da çok kötü bir öz saygı ve özgüven sorunu olan birçok danışan geliyor. Mesela bazıları gelip “ilişkilerde sorun yaşıyorum” diyor. Ama sahip olduğunuz ilk temel ilişkiniz nedir. Kendinizle olan ilişkinizdir. Eğer kendinizle daha iyi bir ilişkiniz olursa başkalarıyla ilişkiniz de çok daha kolay olur. Birçoğumuz kendimizi sevmemek üzere sıkı bir eğitim aldık. Mesela İncil “komşunu kendinmiş gibi sev” diyor. Ama ben “kendimi seviyorum,” dediğimde bencillik ettiğim yönünde yanlış anlaşılıyor. Aslında “kendini sevmek” çok normaldir. Ve aslında ilişkilerin temeli de burada başlıyor. Kendini sevmeyen bireyler başkalarını da gerçekten sevemiyor. Bunu hayatımda deneyimledim; yirmilerimde, otuzlarımda ilişkilerde çok zorluklar yaşadım çünkü kendimle mutlu değildim. Kendim üzerinde çalışmaya başladıktan sonra her şey çok daha iyi oldu. Yani bu dünyada aslında bir aynalar odasında yaşarmış gibiyiz. Yani insanlar sürekli bizi aynalıyorlar, bizde olanı bize gösteriyorlar ve tabi ki bazı aynalar nettir, doğrudur, bazıları da kırılmıştır, çatlamıştır çünkü o insanlar da kırılmıştır, çatlamıştır.  

 

Dolayısıyla bizler kendimizi sevmek, özgüven ve özsaygımızı büyütmek için şifa yoluna geliriz çünkü bunu duygusal bedenimiz ister, duygusal bedenimiz şifalanmakta ısrar eder. O zaman da biz, şekilde kuzey- güney doğrultusunda olan ‘kırmızı yol’dan başlarız. Şimdi sizi hayatınızın çemberinde bir yolculuğa çıkartacağım, davul çalıp meditasyon yapacağız. On dakika falan sürecek. (uygulama yapıldı.)

 

-Umarım keyifliydi. Sorusu olan var mı?

-Benim biraz midem bulandı.

Bazen bu tip süreçler bunu yaratabilir. Peru’daki şamanlara gittiğinizde mesela size ayawaska* verirler. Ayawaskanın yaptığı şeylerden biri çok fazla kusturmaktır. Bu bir arınmadır; hem bedenin, hem de duygusal bedenin bir arınmasıdır. Mesela benim yaptığım ve yaptırdığım çok çılgın bir trans dansı var. Yıllar içinde öğrendim ki bu dansı yaparken yakınlarda bir kova olması lazım. Bunların olmasına izin ver, sakinleşecek. Duygusal çalışma yani duyguları şifalandırmak psişik kusma gibidir.

 

-Ben de korku hissettim.

Buradaki klasik öğretide güneyde korku düşmanımızdır denir. Düşman korkudur ama bizim yandaşımız güvendir, güven ve masumiyet. Yani evrene güvenmek, hayata güvenmek ama bu güveni sağlamak korkutucudur. Bu meditasyon hayata bakış açımızı ortaya çıkarabilen küçük bir yolculuktu. Dolayısıyla da korkuyu ortaya çıkarabilir. Bu da normaldir. Önemli olan korku değil, korkuyla ne yaptığınızdır. Dolayısıyla burada sizi zorlayan şey hayat sürecinize güvenmektir.

 

-Türk Şamanizmi ile Kuzey Amerika Şamanizmi arasında ne fark var?

Özünde hiçbir şey, detaylara bakıldığında farklılıklar var. Ben önce Amerikan yerlilerinden öğrendim. Ama öğrenebildiğim her yerden de belli parçaları öğrendim ve bulduğum şey şu oldu: özü, temeli hepsinde aynı. Yani hayatın, evrenin nasıl işleyişi ile ilgili temel anlayış hepsinde aynı. Mesela Botswana’daki Kalahari yerlilerine gittim. Kullandıkları aletler farklı ama ben özünü aynı buldum. Dolayısıyla ben şamanı, insanları şifalandırmak, insanların bütünlüğüne kavuşmalarına yardım etmek için bir alet çantası olan biri gibi görüyorum. Ama hiçbir mecburiyet, yapmalısın şartı olan bir şey yok. Yardım etmenin birçok yolu var. Ve değişik insanların da değişik aletlere ihtiyacı var, o zaman alet çantan ne kadar büyükse o kadar iyidir. O yüzden ben mümkün olduğunca çok kişiyle çalışmak istiyorum.

-Ölüm sizin için nasıl bir öğretmendir, bunun için ne yapabiliriz?

Hepimiz öleceğiz, ölmeyecekmiş gibi davranmamızın bir anlamı yok. Bize bir beden veriliyor ve geliyoruz, birçok deneyim yaşıyoruz, beden eskiyor ve geri gidiyoruz. Burada dünyadayken bir şoför gibiyiz ve bize bir araba verilmiş. Ama biz şoför olduğumuzu unutup araba olduğumuzu zannediyoruz, aslında değiliz çünkü araba eskir, saçlar, dişler dökülür, beden yorulur. Dolayısıyla ölümün öğretmen olması öleceğimizi kabul etmektir. Birçok şamanik öğretide böyle kafa karıştıran bir şey vardır. Kafa karıştıran şey ölümü kabullenmek ama aynı zamanda da buradayken tamamen tam ve bütün olarak yaşamaktır. Ben bunu böyle anlıyorum.

 

-Şamanlar bu şifa yöntemlerini nasıl bulmuşlar. Nasıl başlamış?

En başının detaylarını bilmiyorum ama eski insanlar hayatı incelemişler. Eski toplumlarda insanların farklı becerileri vardı. Mesela iyi avcılar avlanıyordu. Besleyenler, yemek pişirenler vardı, bazıları da ruhsal güçlerle bağlantıya geçebiliyordu. Birçok şamanik öğretiler rüyalarda öğrenilir.

Mesela Peru, Brezilya ve bazı yerlerde tıp adamları ayawaska şarabı ile şapuna yaprağını nasıl birleştireceklerini merak ettiler. Ayawaska şarabının içindeki şapuna monoasit baskılacıyıcısı bir inhibitör. Dolayısıyla şamanlar bu ikisini nasıl bir araya getirdiler. Şamanların bakış açısına bakarsanız onlara bunu bitkiler söylüyor. Bizler bilimden önce doğadan öğreniyorduk. Yani doğayla bağlantıya geçiyorduk ve eskiler diyorlar ki bitkiler şamanlara söyledi. Kalahari orman adamları bizi çölde yürüyüşe götürdüler. Bizim için hangisinin yenilebilir olduğunu bilmek büyük zorluktu.  Çölde bir bitki var, başka bir yerde başka bir bitki var ama o ilkel adamlar hangilerinin yenilebilir olduğunu biliyorlar. Çöl onların mutfağı, kileri gibi. Dolayısıyla toprağa yakın yaşadıklarından onlarla temas içindeler. Dünya bir kriz yaşasa ve alışveriş merkezileri olmasa onlar yaşayabilir ama biz yaşayamayız. Ancak ve ancak o bilincin bir kısmını alabilirsek yaşayabiliriz. Mesela İngiltere’de bazı arkadaşlarım bitkileri çok iyi tanıyor ve hiç aklımıza gelmeyecek bitkileri pişiriyorlar. Yani bazı insanlar artık doğada nasıl yiyecek bulabileceklerini tekrar öğreniyorlar ve aslında her şey de doğadan geliyor.

 

-Juanita şamanik yolculuk çalışmasında land rover’ı bile erk hayvanı olarak kullanabileceğimizi söylemişti, bu gerçek mi?

Evet, benim bir arkadaşıma 20 yıl önce yaptığı bir şamanik yolculukta erk hayvanı olarak land rover gelmiş. Ona dedim ki “senin için neyi temsil ediyor.” “Sert, her yere gidebiliyor, seyahat edebiliyor, uzun süre dayanıyor, sürekli gidiyor” dedi. Aslında erk hayvanı ya da güç hayvanı bizim psişemizin enerjiyi nasıl gördüğüyle ilgili. Aslında erk hayvanı olarak land rover falan yok, sadece enerji var, enerji maddenin içinde. Bizim psişemiz bunları bize anlam ifade eden bir şeye dönüştürüyor. Aslında biz çeşitli boyutlarda birçok dostlar ediniyoruz.

 

- Şamanların daha yüksek boyutlara gitmelerine ve o boyutlardan bir sürü dost edinmelerine rağmen aslında keşfettikleri şeyin sadece ama sadece kendi yalnızlıkları olduğunu sanıyorum. Ve bu işte giderek ustalaşıyorlar ve yalnız yürümenin bilincini yaşıyorlar o yolu bulmak için. Bu nedenle nerede daha çok deneyim yaşayıp yalnızlığımızı keşfedersek o boyut benim için keyifli oluyor. Onun için danslarını merak ediyorum.

Evet, biz yalnızız. Ama aslında hepimiz biriz. Evet değişik realitelerde yürüyoruz ama rehberlerimiz de var. Ve evet biz yalnız yürümek zorundayız, partnerimiz de olsa, evli de olsak, çocuklarımız da olsa yolculuk tek başınadır. Trans dansçısı Gabriel Rolf’u tanıyan var mı bilmiyorum. Tekniği birkaç şeyin birleşiminden oluşuyor. Dansta beş ritim var. Bunu otuz beş yıl önce Amerika’da öğrendim, çok güzel bir dans metodu. Akıcı, hareketli, kaotik, lirik ve dingin. Sonra Brezilya’dan brezilya dansını öğrendim ve seksenlerin sonunda ikisini bir araya getirdim.

 

İlk bölümde bir kişi gözleri bağlı ve kendini tamamen müziğin ritmine bırakarak dans ediyor. Üç dört kişi de dans edenin bir yere çarpmaması için etrafında güvenliği sağlıyor. Hareketle dans eden kişi tetikleniyor ve günlük zihinden çıkıp kaosa, düşüncenin, günlük zihnin ötesine geçiyor. Kontrolü beden ele alıyor ve duygularını dans ederek ifade ediyor.

İkinci bölümde gözleri bantla kapatılan kişi yine bir kişinin desteği ile dans etmeyi sürdürürken bir niyetle şamanik yolculuğa başlıyor. Ruhlardan yardım ve destek almak için onlarla bağlantıya geçiyor. Bunu yaparken yine dans etmeye devam ediyor. Yerde yatmak yerine hareket ederek tüm bedeni bu yolculuğun içine dahil ediyor. Çünkü eskiden şamanlar şamanik yolculuklarını yerde yatarak değil, hareket yoluyla, dansla yaparlardı. Özetle dansın ilk bölümü günlük zihinden kurtulmayı sağlayıp yüksek zihne kapıyı açıyor. İkinci bölümünde bir niyetle yolculuğa başlanıyor, ruhlardan yardım ve destek almak için daha çok bağlantıya geçiliyor. Afrika davulları çok gürültülü ve çılgınca sesler çıkarıyor.

Trans dansı şamanik yolculukta çok önemli. Ama şimdi transla ilgili çok önemli bir şey söyleyeceğim. Dünyada eğer mümkünse kaçınılması gereken bir trans hali var ki o aslında sıradan uyanıklık bilinci. İnsanlar sıradan uyanıklık bilincinin transındayken savaşıyor, bir yerleri bombalıyor, para kazanmak için her türlü kötülüğü yapabiliyor. Yani bizler şaman olarak transa geçtiğimiz zaman ne yapıyoruz? Hale hazırda içinde bulunduğumuz günlük transtan kurtuluyoruz. İçinde olduğumuz transın dışına çıkıyoruz ve farklı bir bilinçlilik durumuna geçiyoruz.

Geldiğiniz için teşekkürler. Umarım enteresandı ve değerdi. Ve ruh sizinle olsun. Ve büyük gizemin kutsaması sizinle olsun.

 

*Ayawaska: Ayahuasca asma’sının ve cawa bitkisinin yapraklarının kaynatılmasıyla elde edilen, değiştirilmiş şuur halleri yaşatan bir iksir.

 

Leo Rutherford’un 24 Mayıs 2013 tarihinde BİLYAY Vakfı’nda verdiği konferanstan özetleyen: Fadime Çelik.

   
       

Sayfa başı