anasayfa hakkimizda linkler iletisim
   
   
   
SİTE PLANI
Şifa Nedir
Bireysel Hizmetler
Uygulamalar & Teknikler
Eğitimler
Psişik Korunma
Aura ve Enerji Alanı
Tamamlayıcı Yöntemler
Ruhsal Şifacılar
Yazılar
Kitaplar
 
 
 
   

ŞİFA PARADOKSU!

 

Fadime ÇELİK

 

Evrenin temel dinamiğini oluşturan öncül yasanın “hareket ve değişim”  olduğu ilkesini tüm mistik ve ezoterik gelenekler, kadim öğretiler ifade etmiştir. Günümüzde kuantum fiziği alanında  çalışan uzmanlar da  “hareket ve değişim” olgusunun atomaltı parçacıklardan tutun da makrokozmosa kadar her boyutta geçerli olduğunu ifade eder.

Görecelik teorisiyle de ispatlandığı gibi tüm evren enerjetik bir alandır. Evren enerjisinin lokal yoğunlaşmaları çeşitli niteliklerdeki maddeyi oluşturur. Fizik evrende algıladığımız herşey,  kozmik enerjinin değişik yoğunluklardaki biçimlenmeleridir.

Gerek maddesel çeşitlilik gerekse maddesel çeşitliliğin adeta içinde yüzer gibi durduğu temel enerji denizi çok farklı skalalara sahip frekans aralıklarında titreşip durmaktadır. Hem atomik seviyedeki madde hem de daha büyük ölçeklerdeki moleküler organizasyonlar, dolayısıyla canlı ve cansız dediğimiz her form da kendi etrafında hareketli ve son derece süptil bir enerjetik titreşim alanına sahiptir. Bu nedenle bütün fizik maddeler çevrelerine sürekli olarak enerji yayıp aynı zamanda çevrelerinden sürekli enerji alırlar. Farklı nitelik ve yoğunluğa sahip tüm bu enerji şekilleri birbirleriyle sürekli olarak karşılıklı ilişkidedir. Bu enerjetik değiş tokuşu sağlayan hareket aynı zamanda değişimin temel dinamiğini oluşturur. Aslında kozmik enerjinin farklı frekanslara, farklı yoğunluklara göre aldığı hiçbir biçim sürekli ve sabit değildir. Her an her şey son derece ince seviyelerde de olsa, duyularımıza çarpmasa da değişir.

 

Algılamanın Mekaniği

Bildiğimiz gibi insanın hem kendi zihin alanındaki duygu ve düşüncelerden hem çevresindeki insanların içinde bulunduğu hallerden, hem de etrafındaki nesne ve varlıklardan haberdan olmasını sağlayan bir algı mekaniği vardır.

Klasik anlamda bildiğimiz algılar duyu organları aracılığıyla beyne iletilen elektriksel titreşimlerin beyin tarafından yorumlanmasına dayanır. Bilim bizi bu beş duyu ile tanımlar. Oysa insanın çevresindeki daha süptil titreşimlerin oluşturduğu elektriksel titreşimleri algılayabilen bir potansiyeli de vardır. Pekçok insanın yaşadığı içedoğuşlar, sezgiler, önbilişler, telepatik algılamalar vs. süptil algılamalar olup bunlara duyular dışı algılamalar (DDA) denir.

DDA yeteneği olan psişik insanlar arasında da süptil titreşimlerin farklı skalalarını algılayabilen yani yetenek boyutları birbirinden farklı olanlar vardır. Bazı psişikler beş duyu dışında kalan dar bir frekans aralığını algılarken bazıları daha geniş bir frekans aralığını algılar.

Algıladıkları süptil titreşimleri duyuya dönüştürüp iç gözüyle görebilen; şekil, renk, biçim, ses ve formu tanımlayabilen kişilere durugörür de denir. Durugörürlerin tanımladığı gerçeklikler özünde tek bir gerçekliğin farklı algı kapasitelerine göre tanımlanmasıdır. Algı  boyutu gelişkin bir durugörür zihinsel bir konsantrasyon sağlayıp fizik gözleri açıkken de kapalıyken de gerek yakınındaki gerekse çok uzağındaki nesneleri, insanları ve oluşları tanımlar. Yetenekli bir durugörür algıladıklarını tanımlamakla kalmayıp bir insanın geçmiş hayatlarından kesitleri, psişik veya fiziksel düzeydeki hastalıklarını, bu hastalıkların sebeplerini vs. bilebilir. Pekçok durugörürür algılamaları ve koydukları teşhisler, bu durugörürlerle birlikte çalışan tıp doktorları tarafından da onaylanmaktadır. Kaldı ki durugörü algılamalarını tıbbi teşhisle bağdaştıran araştırmalar için mümkün olan tek “araç” özel yetenekli insanlardır.

Son yıllarda daha ince titreşimleri algılayabilecek cihazlar geliştirilmekte ve bu cihazlar yardımıyla ölçümler yapılabilmekte, bir durugörürün algılamaları ile cihaz ölçümleri karşılaştırılarak hem durugörürün algısı bilim tarafından bir yerde test edilmekte hem de o cihazların kayıtladığı enerji skalalarının nasıl yorumlanması gerektiği hakkındaki önemli veriler bu durugörürlerin yorumlarından çıkarılmaktadır. Böylece insanın süptil titreşim alanlarına ilgi duyan uzmanlar yeni bir literatür geliştirmekte, enerji alanlarının yorumlanması ile çeşitli hastalıkları teşhis etmektedirler.

 

Aura, Süptil Titreşim Alanları

Fizik bir forma sahip olan her şeyin çevresindeki enerjetik yapının oluşturduğu süptil titreşim alanlarına aura denir. Canlı ve cansız olarak tanımladığımız tüm varlıkların bir aurası vardır. Ancak canlı dediğimiz varlıkların aurası cansız dediğimiz nesnelerin aurasından daha güçlü bir titreşim alanına sahiptir.

Aslında fizik beden, aura olarak tanımlanan enerji alanının oluşturduğu negatifin fotoğrafı gibidir. Başka bir deyişle fizik beden, auranın enerjetik yapısına ve titreşim gücüne göre biçimlenmekte ve bütünlüğünü korumaktadır. Bu nedenle aura düzeyindeki her değişim fiziğe yansımakta, fiziğe yansımaları ise bizler tarafından sağlıklılık veya hastalık olarak algılanmaktadır.

Bir varlık hayatiyetini koruduğu sürece kozmozdan gelen çeşitli frekanslardaki enerjiyi aurasındaki şakralar aracılığıyla özümseyip fizik bedene iletir. Fizik beden de alınan besin maddelerini hücrelerinde özümseyip auraya enerji transferi sağlar. Bu durumda yaşayan sistemler hem dıştan içe doğru hem de içten dışa doğru sürekli bir enerjetik değiş tokuş durumundadır. Enerjetik alan, fiziği desteklerken, fizik beden de enerji alanını desteklemekte böylece birleşik bir alan oluşmaktadır. Bu birleşik alan normal otonomisini koruduğu sürece sağlıklılık söz konusu olmaktadır.

O halde “hareket ve değişim” olgusu auramız için de geçerlidir. Bir durugörür aurayı dans eden bir enerji seli gibi algılar. Auranın enerjetik karakteri her an çok çeşitli etkenlere bağlı olarak değişir. Uzun vadede  ise yaşam deneyimlerimize ve şuurlu farkındalığımıza bağlı olarak değişim gösterir. İşte bu nedenle her insanın aurası kendine özgüdür. Birbiriyle aynı özellikte iki aura yoktur.

 

Aura Değişimini Tetikleyen Nedenler?

Auranın enerjetik örüntüsünü değiştiren etkenler fiziksel, zihinsel ve süptil etkenler olmak üzere gruplandırılabilir. Fiziki etkenler; yenilen ve içilen gıda maddelerinin çeşit ve kalitesi, solunan havanın kalitesi, fiziksel egzersiz yapıp yapmama, fiziksel yorgunluklar, dinlenme süreçleri vs.dir.

Auranın enerjetik örüntüsünü değiştiren zihinsel etkenler, bireyin içinde bulunduğu ruh hali, sinirli veya mutlu olup olmaması, endişe, korku, kaygı gibi psikolojik hallerinin olup olmaması ve derecesidir. İyimserlik, karamsarlık, korku, endişe gibi psikolojik süreçler üzerinde yakın çevremizdeki insanların etki payı vardır.

Bildiğimiz gibi her çocuk doğduğu andan itibaren annesini, babasını ve diğer aile bireylerini, arkadaşlarını, öğretmenlerini vs. modeller. Onların pek çok tavır, davranış ve kabullerini sorgulamadan benimser. Böylece öğrenilmiş davranışlar dediğimiz yaşam stratejilerini edinir. Bu nedenle bir çocuğun dünyayı, evreni, kendini algılamasında ve gerek ruhsal gerek psikolojik özelliklerinin gelişmesinde yakın çevresindeki insanların katkısı çoktur. Pozitif modellerin kazandırdığı psikoloji ile negatif modellerin kazandırdığı psikolojinin aura değişimlerine olan katkısı elbette ki farklı olur. Örneğin son derece mutlu görünen bir insanın aurasını gözlemleyen bir durugörür, o insan sinirlendiği anda aurasındaki titreşim ve renk değişimleri net bir şekilde tanımlar.

Auraların değişim ve gelişiminde yakın çevremizde bulunan diğer insanların auraları da etkendir. Bu katkıya süptil etkenler denilebilir. Enerjetik olarak birbiriyle rezonansa girebilen auralar arasında kendiliğinden bir enerji transferi başlar. Bu difüzyon gibi doğal bir ilkedir. Vibrasyonel karakteri benzer titreşim alanlarına sahip olan  auralar arasında enerjetik bir rezonans söz konusu olduğunda auralar girişim yapmakta, birbirlerini pozitif veya negatif yönde etkilemektedir.

Özetle; kimyasal olarak kirlenmemiş katılar, sıvılar ve solunan temiz hava,  egzersiz yapmak, dinlenmek, düzenli uyumak, doğu kökenli olan çeşitli uygulamalar, şifa çalışmaları vs. auranın titreşimlerini güçlendirirken, aşırı yorgunluk, dengesiz beslenme, kirli hava, uzun süren uykusuzluk vs. auranın titreşimlerini düşürür.

 Oksijen oranı yüksek tepeler, kırsal bölgeler, ormanlar, su kenarları, hayatın iniş ve çıkışlarına karşı iyimserliği, pozitifliği koruyabilen, varlık sevgisi çıkar ve beklentiye bağlı olmayan insanlar, şifacılar insanların aurasını güçlendirir.

Ruhsal, zihinsel ve psikolojik alandaki denge ve pozitiflik auranın titreşimini güçlendirirken negatif haller düşürür. Bu nedenle her insanın aurası o insanın yetiştiği aile ve çevreye, yaşam kalitesine, yiyip içtiklerine, aldığı çeşitli kimyasallara, içinde bulununduğu psikolojik ve zihinsel duruma bağlı olarak değişir ve gelişir.

 

 Hastalık ve Şifa Hali

Gerek fiziki etkenler gerekse psikolojik ve zihinsel etkenler yüzünden aurasının enerjetik örüntüsü normalden sapma gösteren bireylerde çeşitli hastalıklar ortaya çıkar. Aslında hastalık fizik bedende başlamadan aylar hatta yıllar önce enerji bedende başlar ve bu aşamadayken bir şifacı durugörür tarafından algılanabilirse tedavisi de mümkün olabilir. 

Bazı insanlar doğuştan şifacılık yeteneğine sahipken bazı insanlar uyguladıkları çeşitli tekniklerle var olan şifa potansiyelini geliştirip açığa çıkarır. Şifacıların enerji alanı hem daha geniş bir düzleme yayılmakta hem de daha yüksek vibrasyonlarda titreşip durmaktadır. Üstelik şifacılar normal insanların günlük şuuru ile algılayamadığı şuur hallerini yaşar. Onlar çeşitli uygulamalarla günlük bilincin sınırlılığını aşıp olağandışı şuur haline geçerek süptil duyarlılıklara ulaşır.

Okült bir özdeyiş “bütün enerjiler düşünceyi izler” der.  Gerçekten de bir şifacı istediği anda farklı bir şuur durumuna geçerek kendi şuur alanını genişletir. Bu nedenle bir şifacı niyet ettiği anda kendi enerji alanı ile hasta insanın enerji alanını rezonansa sokup hastanın enerji alanına enerji transferi sağlar. Böylece iki aura arasında kurulan girişim sonucu güçlü olan aura zayıp olan aurayı destekler, tamir eder. Bu girişim ve etkileşime şifa hali denir.

Her çağda olduğu gibi günümüzde de yaşayan şifacılar vardır. Kastettiğimiz şifacılar son yıllarda dünyanın çeşitli ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de bolca bulunan, birkaç günlük kurslarla sertifika edinip ortaya çıkan şifacılar değildir. Şifacılık ciddi bir iştir. Sabır ve varlık sevgisi ister. Kişiliğinin sivri yanlarını törpüleyebilen, kibir, gurur sahibi olmayan, kendi üzerinde sistematik bir çalışma yapan, teori ve pratiği paralel götürebilen insanlar elbette ki çeşitli teknik ve metotlarla şifacılık yetilerini ortaya çıkarabilir. Gerçek bir şifacı istatistikî çalışır. Üzerinde çalıştığı vakaların kayıtlarını tutar. Ünü, iyileşmesine katkı sağladığı insanlar sayesinde yayılır. 

Henüz hayatta olan Amerika’lı şifacı Barbara Brennan, insan ve çeşitli varlıkların enerji alanlarını algılama yeteneğine “Yüksek Duyusal Algılama” adını verir. Ona göre YDA, her şeyin etrafında ve içinde var olan, adeta sıvıyı andıran enerji alanları arasında karşılıklı etkileşen dinamik dünyayı ortaya çıkarır.

 

 Brennan, “Işığın Elleri” (Meta Yayınları) adlı eserinde şöyle der:

 “YDA ile psikosomatik hastalıkların mekanizması, hemen gözlerinizin tam önüne serilir. YDA, hastalığın nasıl başladığını açığa çıkardığı için, tersine nasıl çevrileceğini de anlamamızı sağlar. Alanı görmeyi öğrenirken, onunla şuurlu bir şekilde ilişki kurmayı da öğrendim. Kendi enerji alanımı bir başkasının alanıyla etileşime geçmesi için yönlendirebiliyordum. Kısa zamanda, sağlıksız bir alanı tekrar dengeye oturtarak sağlığına kavuşturmayı başardım. Dahası, müşterimin hastalığının sebeplerini görebilecek bilgiyi de alıyordum......”

YDA’yı geliştirmek için, geniş bir şuur alanına girmek gerekir. Meditasyon ve çeşitli uygulamalar ile bu mümkün olabilir. Bu tip uygulamalar insanın günlük şuurdan daha geniş bir şuur haline geçmesini sağlar. Genişleyen şuur halinde birey, başka bireylerin şuur titreşimleriyle rezonansa girip o bireyin neler yaşadığını, nasıl bir hal içinde bulunduğunu birebir deneyimler. Genişleyen şuur halindeyken kozmozdan alıp aktardığı enerjilerle psişik şifacı veya ruhsal şifacı olabilir.

 

Genel Durumun Değerlendirilmesi

Yukarıda da söylediğimiz gibi “hareket ve değişim” olgusu her koşul ve durumda her şey için geçerlidir. Yaşam kesitimiz içinde hem fizik beden, hem enerji beden olarak dinamik bir değişim halindeyiz. İç ve dış uyaranlar,  fiziksel, zihinsel ve psikolojik uyaranlar değişimimizi sürekli kılar. Her bir birey bu değişimlere uygun şuur seviyesine göre sağlık ve hastalık hallerini yaşar. Gerek sağlıklıyken gerek hastalanıldığında edindiğimiz yaşam tecrübeleri ve iç gözlemler şuur dışı alanlarımıza kayıtlanır. Bundan sonraki sürece en son kayıtlananların da etkisi eklenerek bu böylece sürüp gider.

Ayrıca hiçbir varlık çevresindeki diğer varlıkların şuur alanlarından ve etkilerinden kopuk ve yalıtık değildir. Özellikle çocuklukta, büyüklerin öğrenilmiş davranışlarının modellenmesiyle kişisel gelişime pozitif etkiler kazandırabilen davranışlar benimserken negatif etkiler kazandıran davranışlar da benimsenir. Yakın çevredeki insanların bizim alanımızı zayıflatıcı veya güçlendirici yönlerde olabilen şuurdışı etkilerine de maruz kalınır. Böylece içinde bulunduğumuz ruhsal haletin şekillenmesinde tek sorumluluk bizzat kendi tecrübelerimiz olmaktan çıkar.

İşte bu sürecin kavranılması bireyi bir yol ayrımına getirir. Zaman fiziksel, ruhsal ve psikolojik olarak temizlik zamanıdır. Zaman “hareket ve değişim” zamanıdır. “Hareket ve değişim” için yararlı olan her tür bilginin değiştirici gücüne, bilginin kazandıracağı bilgeliğe ve bu süreci yaşamış insanların destek ve kılavuzluğuna ihtiyaç vardır.

Bilinçli bir kurtuluş ve temizlik operasyonuna geçebilen bireyin kendini geliştirme arayışı aynı zamanda bütünü de geliştirme arayışına doğal olarak dönüşür. Birey gelişen farkındalığı sayesinde, bütünün sağaltılmasındaki sorumluluğu ile de yüz yüze kalır. Her insan kendini geliştirirken başka insanların gelişiminde irili ufaklı roller üstlenir.

 Bu rollerin bazıları da şifacılara düşer. Gerçek bir şifacı, derin şuurunda içinde bulunduğu ataletten kurtulmak isteyen, değişmek isteyen bir bireyin şuur alanının değişim ve gelişimine kendi ölçeğinde katkı sağlar. Sapasağlam bir insan değil hastalanmış ve acı çeken insan şifacılardan yardım talep eder. Aslında yardım talebi görünürde fiziksel veya psikolojik bir sorundan kurtulmak içinmiş gibi gelse de gerçek talep o varlığın zihin alanından, şuur dışından gelmektedir.

Her tür hastalık bir varlığın enerji alanı ile fizik bedeni, şuur dışı ile günlük şuuru arasındaki uyumsuzluktan veya bütünlüğün bozulmasından kaynaklanır. Hastalıklar nihai olarak bireyin enerjetik vibrasyonlarını yükseltebilmesi, bir realiteden daha üst bir realiteye geçebilmesi için basamak teşkil eder. Duygusallığı bir kenara bıraktığımızda insanın değişim ve gelişimini tetikleyip, iyi bir öğretmen gibi çok şey kazandırır.

 

Şifa Halinde Neler Olur?

Şifa halindeyken, şifacının enerji alanı ile hastanın enerji alanı rezonansa girip şifacıdan hastaya enerji transferi sağlandığı için hastayı şifacı iyileştirmiş gibi algılanır. Aslında iyileştirici güç hastanın bizzat kendi iç dinamiklerinde yatar. Her şeyden önce şifacılar, derin şuurunda gerçekten de iyileşmeyi isteyenlere yardım edebilir. Eğer bir varlık günlük şuurda iyileşmeyi istediği halde derin şuurunda iyileşmeyi istemiyorsa veya ölme vakti geldiyse şifa eylemi başarısızlıkla sonuçlanır.

Birey derin şuurunda iyileşmeyi istiyorsa şifacının aktardığı enerjiler hastanın fizik ve enerji bedeni arasındaki bütünlüğü yeniden kurar. Enerji alanındaki düşük titreşimli bloklar çözülür. Süptil enerji kanalları veya meridyenlerdeki enerji akışı tekrar doğal ritmine döner. Enerji alanından fizik bedene gelen uyaranlar güçlenir. Gerisi o bedeni yöneten ruh varlığının ve bedenin otonomisine kalır.

Hastanın yaşadığı ıstıraplar, iç gözlemlerinin kazandırdıkları ve şifacının transfer ettiği enerjiler hastanın şuur titreşimlerinin artmasına, enerji alanı frekansının yükselmesine, önceki halden yeni bir hale değişmesine neden olur. Bu değişim sonucu organ ve sistemlere gelen impulslar gerek genetik malzemenin, gerek hormonal sistemin, gerekse sinir sisteminin birbiriyle eşgüdümlü ve yeni bir tempoda çalışmasını başlattığı anda iyileşme gerçekleşir.

Bu nedenle kişisel bir çaba sarfetmeden yalnızca şifacılardan yardım beklemek insanı iyileştirmez. Değişim için, iyileşmek için şuurlu bir çaba sarfedilmeden, eski inanç ve değerler yeni ve kaliteli inanç ve değerlerle değiştirilmeden, içinde bulunulan statiklikten, ataletten kurtulmadan, kendi bireysel varoluş sorumluluğunu üstlenmeden iyileşmek mümkün olmaz. Hal böyle olunca şifacılardan yardım alınsa bile alınan yardımlar geçici olarak rahatlatan, gevşeten hoş anlar olmaktan öteye gitmez. Ruhsal değişimde ve gerçekten de şifa bulmada dışarıdan transfer edilen enerjiler değil iç varlığımızdan gelen enerjiler rol alır. Dışarıdan transfer edilen enerjiler ancak iç varlığımızdaki devinimi tetikleyip hızlandırabilir.

 

Ne Yapmalı?

 Evren’in temel dinamiklerini oluşturan yasalara tabi olduğumuzun farkındalığına ama bu hayatımızda ama sonraki enkarnasyonlarımızda yani eninde sonunda ulaşacağız. Bu farkındalığa ulaşırken mutlu anlarımız da olabilir mutsuz anlarımız da. Sağlıklı günlerimiz de olabilir hasta günlerimiz de.

 Bu doğal akışı kabullenmek ve kendimize dışarıdan bakabilme becerimizi geliştirmek durumundayız.

Ancak o zaman hayatlarımızda ve iç varlığımızda yeni organizasyonlar oluşturabiliriz. “Hareket ve değişim” olmadan, değişimi sağlayıcı bilgi ve uygulamaları olmadan reorganizasyon olmaz. Reorganizasyon olmazsa bilinçli farkındalığı düşük, toplumsal karmaşa içinde ordan oraya sürüklenen, mutsuz, hasta, tatminsiz, şikâyet edip birşey yapmayan bireyler olarak yaşarız. Üstelik çocuklarımıza kötü modeller olup çevremizdeki insanlara pozitif katkılar sunamamış, bireylerin ve bütünün hayrına davranmamış oluruz.

Bireysel gelişimimizi bizzat kendi çabalarımızla sağlamak kaderine sahip olduğumuzun bilincine erişip şikâyet etmekten, koşullarımızı, hastalıklarımızı iyileştirecek etkenleri dışarıdan beklemekten vazgeçmeliyiz. İçimizdeki muazzam potansiyele güvenip, onun etkinliğini artırıcı eylemleri hayatımıza sokmalıyız. Onun, Evren’in temel stratejilerini bilen Yüce Ruh’un bir uzantısı olduğunu bilirsek ne denli bir güçle donanmış olduğumuzun da farkına varırız. Bu nedenle bütünden kopmadan ama bütünle uyum içinde yaşamak için, bireysel gelişimimizle birlikte bütünün gelişimine hizmet etmek için kendi şifa paradoksumuzu yaratmak zorundayız.

   
       

Sayfa başı